Konuk Yazar: Ceren Aydın Topkaya
Herkese merhaba,
Önceki iki yazımda Penzance (Cornwall) ve Isles of Scilly hakkında bilgi vermiştim. Buradan ulaşabilirsiniz.
Plymouth ise Devon bolgesinde. Plymouth Üniversitesi olduğu için ve deniz kenarında bir liman şehri olduğundan cıvıl cıvıl, eğlenceli bir şehir. İkinci Dünya Savaşında çok ağır bombalanmış, 1950’li yıllarda tekrar inşa edilmiş çoğu yer. Buradan İspanya’ya ve Fransa’ya da gemiler kalkıyor.
Plymouth’a gece yarısı geldik trenle. Otelimiz Hue Bölgesi diye geçen, genel olarak otellerin ve B&Blerin olduğu bir bölgedeydi, gayet merkezi ve iyiydi. (Belmont Hotel) Üç yıldızlıydı, kahvaltı 7 pounddu, gecelik iki kişi yaklaşık 50 pound verdik, iki gece burada kaldık.
Pazar sabah kalkar kalkmaz kendimizi yollara vurduk fekat heyhat, her yer kapalıydı 🙂 Biz de bu saatte neresi açıktır ki deyip kendimizi St. Andres kilisesine attık, hatta biraz paskalya ayinini de dinledik.
Bu fotoğrafı kilisenin yanında bulunan trafiğe kapalı meydanda çektim. Meydan Hoe Park’a bağlanıyor ve Armada Way de yanından geciyor. Fotoğrafta büyük adamların gemicikleri nasıl yarıştırdığını görüyorsunuz. Uzaktan kumandayla kontrol edilen gemiler çok eğlenceli görünüyor doğrusu. Toys for big boys 🙂
Plymouth’da görülecek iki tane çok güzel bölge var, Hoe denen bölge, deniz feneri ve denize bakan çimleriyle saatlerce yatıp yuvarlanabileceğiniz bir yer, bir de Barbican denen, restoranların, mağazaların olduğu çok güzel bir bölge. Bu ikisi arasında 20 dakika yürümeniz yeterli, bu yüzden biz öğleden sonramızı buraları gezerek geçirdik.
Hoe Park’tan bir manzara- Burada yapılacak etkinlik çok, çimlere uzan, yuvarlan, takıl, cafeler cok canlı, içeceğini al gel, hepsini baştan tekrar et 🙂 Karşıda Drake adası. Sahilden tekne turları da kalkıyor.

Hoe Deniz Feneri – Smeaton’s Tower diye geçiyor. 2 pound verirseniz içine girip yukarı çıkabiliyorsunuz.
Bu arada Plymouth’a çok yakın mesafede Dartmoor Doğal Parkı var, galiba bisikletle bir kaç saatte, otobüsle de 45 dakikada gidilebiliyor en güneydeki bölgesine, ama bizim zamanımız olmadığı için gidemedik, Princetown, Postbridge ve Haytor merkezleri.
Bir de Drake’s Trail var. 21 millik bir yürüyüş yolu, Plymouth ile Travistock arası, isterseniz bisikletle de gidebilirsiniz.
Mayfower Steps- Burası Amerikalılar için çok önemli çünkü bugun Pilgrim Fathers diye anılan grup 1620 yılında buradan gemilerle açılıp Amerika’ya koloni kurmaya gitmiş ve bugün Massachusetts’teki Plymouth kasabasının olduğu yerde ilk Ingiliz kolonisi olan Plymouth kolonisini kurmuşlar.
Burada araya bir parantez açıyorum, bir gün sonra yine Barbican’daki Plymouth Gin Distillary’yi gezdik, cin nasıl yapılıyormuş öğrendik. Bu arada bir şey daha öğrendik, Avrupalıların o zamanlar denizcilikte neden Osmanlılardan daha iyi olduğunu. 1500-1600’lü yıllarda uzun aylar boyunca denizciler denizde, Osmanlılar alkol içmiyor, su çok çabuk mikroplanıyormuş ve Türk denizciler hep denizde ölüyormuş. Oysa Avrupalı öyle mi, içiyor cini kafası iyi zaten, alkol da su gibi mikroplanmıyor, böylece daha uzak mesafelere gidebiliyorlar. Ayrıca kafa da güzel, korkusuzca uzaklara açılıyorlar işte.
Cin yapımını uzun uzun anlatmayayım, ama burası en eski cin yapılan yermiş. Tabi vurulmuş bombalardan mekan, hatta bakın burası işte bombanın parçaladığı yer diye gösteriyorlar, hatta nasıl oldu İkinci Dünya Savaşında yıkılmadık biz de bilmiyoruz, oysa ki askerler hep burada takılırdı diyorlar. Küçük bir yer kalmış burası, butik gibi, biz senede 125.000 kasa üretiyoruz, Amerikadaki Gordon’s cin fabrikası 4 milyon kasa üretiyor dediler.
Kısaca cin yapımı şu şekilde, %96.5 seviye ile alkol geliyor, Dartmoor suyu ile birleşiyor, bazı maddeler ekleniyor, 7 saat sonra damıtım sonucu oran yüzde 82’ye düşüyor vs vs. Bana en enteresan gelen nokta cinle vodkanın aslında neredeyse aynı olmasını öğrenmek oldu. Tek farkları cine juniper (ardıç) eklenmesiymiş.
Tur 7 pound, yaklaşık yarım saat sürüyor, size sonunda cin de ikram ediyorlar. 10.00 – 17.00 arası açık. Bir de ücretsiz bir içecek hakkı veren kuponunuz oluyor tur sonrasında. Ya teras katta onu içeceğe dönüştürüp tarihi mekanın keyfini çıkarıyorsunuz (yıkılan çatıyı da görüyorsunuz) ya da minik deneme şişelerinde tercihiniz olanı alıp gezinize devam ediyorsunuz. www.plymouthgin.com
Biz öğle yemeğimizi burada Platters’da yedik, yanındaki Lantern Restaurant ve The Dolphin de gayet güzel yerler olarak görünüyordu. Burada fish and chip yeniyor, klasik, ama bunlar bizimki en güzeli diyor, bir de yine Barbican’da paket fish and chips satılan bir yer vardı, burda alıyorsunuz yemeğinizi, deniz kıyısına oturup yiyorsunuz, ama bayağı uzun bir kuyruk vardı, bir dahaki sefere de buradan alırız dedik. Bir de hızlı bir şeyler yemek istiyorsanız, börek gibi, The Original Pasty House diye bir kaç yer var, burası güzelmiş.
Sırf meraktan Plymouth Üniversitesine de gittik, ve gerçekten güzel bir okuldu, hemen dışında Vodoo Lounge diye bir yer bulduk, hard rock çalıyordu, akşam üstüydü, her şey çok güzeldi, çok beğendik orayı.
Gece de the Bank diye bir pub’a gittik. Theatre Royal Plymouth’un hemen yanındaydı, şansımıza orada da canlı müzik vardı, çok da başarılılardı. Böylece son gecemizi de canlı müzikte dans ederek noktaladık. Çalan grubun adı da Outside Groove’du, takip ediyorum kendilerini facebooktan 🙂
Bir gezinin daha sonuna geldik.Benden şimdilik bu kadar.
Herkese iyi gezmeler..
Twitter: @cerenayayay
Instagram: gezcerengez