Tag Archives: Doğu Karadeniz

Doğu Karadeniz Turu 2: Rize/ Uzungöl Yaaylalar Yaylalar

Standard

Konuk Yazar: Ceren Aydın

Çay nasıl yapılır öğrendik
Yaaylalar yaylalar
Uzungöl’de muhlama yedik
Yaaylalar yaylalar
Rafting yaptık, eğlendik
Yaaylalar yaylalar( olmuyor, di mi?)

Trabzon ve çevresinden sonra bugün ikinci yazımızda biraz daha doğuya, çay bölgesi Rize’ye, yaylalara ve Uzungöl’e geçiyoruz.
İlk gecemiz Sürmene’deydi geçen yazıyı okuduysanız, o yüzden sabah Sürmene’nin meşhur bıçakçılarında alıyoruz soluğu.( Seyahat diliyle yazma çabalarım) Bıçakların güzelliği ve keskinliği karşısında nefesimiz kesiliyor 🙂 Yok yaa, ne taşıyalım senede bir defa et keseceğiz diye düşünüp almadık bıçak mıçak. Ama ilgisi olanlar mutlaka bir baksın, çakısından baltasına kadar diyorum. Sürmene’nin diğer meşhur konuları Süper Baba dizisi (30 yaş üzeri için) ve pidesi. Pideye vaktimiz olmadı ama Karadeniz’in her yerinde bir pide durumu var zaten.

RİZE

Rize’de çılgın bir inşaat durumu var, hatta Türkiye inşaat sektörü de Rize’lilerin elindeymiş, bu zor bölgede ev yapabilenler acayip yetenekli oluyorlarmış. Zaten Rize kelimesi de Risus’tan geliyormuş.(Kelime anlamı dağ eteği)

Rize’de ilk yaptığımız şey hemen bir çay fabrikasına gitmek oldu. Şahsen ben bu konulara meraklıyımdır, o yüzden her anlatılanı not aldım, çay yapımının ve içiminin inceliklerini öğrendim, hatta çayı topladım bile, ama o dördüncü yazıda.

Çaylar toplanmış, kurutuluyor.

Çaylar toplanmış, kurutuluyor.

Şimdi yukarıda fotoğrafta gördüğünüz gibi toplanan çaylar hemen farikaya getirilip kurutuluyor. Çay pazarının %80’i Çaykur’un, %20’si özel kuruluşların elindeymiş. Bu arada yine merak edenler için, çay tarlası bir kez ekildikten sonra 50 yıl boyunca çay verirmiş, ayrıca hasat senede üç defa olurmuş, mayıs, temmuz ve eylül olmak üzere. Çayın üst yaprakları kesildi diyelim, iki ay sonra yeniden üstten filizlenenler de kesiliyor, altta bitki sabit kalıyor.

İlk aşamada çay yeşil, kurutuldu, nemi azaldı. Sonra ikinci aşama dalın yapraklarından ayrılması için kıvırma, kazanlama sistemi. Üçüncü aşama çayı buhar basıncıyla mayalaştıran fermantasyon sistemi. Bu aşamada yeşil çay içime hazır hale geliyor, sonrası siyah çay için. Dördüncü aşama çayı kurutan fırınlama sistemi, ki burada nem oranı artık %3 seviyesine düşüyor, son aşama da çayı tasnifleme aşaması. Bu aşamada çay kalitesine göre üçe ayrılıyor:

Çay filizi: En kaliteli
Çay çiçeği: ikinci kalite
Harman çay:üçüncü kalite

Çay bu aşamadan sonra iki ay daha bekletilip öyle paketlenirmiş. Paket açılmadıkça çay dolapta 3-5 yıl bekleyebiliyor, hatta bekledikçe şarap gibi tadı güzelleşiyormuş.

Şimdi gelelim çayı demlemeye… Porselen veya çelik demlik, bunu biliyorsunuzdur, ama altta su kaynarken üste çay konmazmış, bunu biliyor muydunuz? Ve alttaki su hiçbir zaman fokur fokur olmamalıymış, tam kaynama noktasında çayı demleyip 20 dakika kısıp ateşte bekleyip, 30 dakikada içmek gerekirmiş. Çay şekersiz içilmeliymiş tadı kaçmasın diye, bunlar çok gerçekçi değil tabi günlük hayatta, ama merak eden denesin.

Rize Kalesi

Rize Kalesi

Rize’de botanik parkı var, gidilip bir çay içilebilir, manzarası güzel, Rize kalesi görülüyor. Rize’de rize bezi satan yerler var, Şile bezi gibi, merak eden bakabilir. Bir de kolonyaları vardı, çay kolonyası, tütün kolonyası, ve tabi ki hamsi kolonyası. Valla meraklıysanız, hayatta her şeyi bir kez bile olsa denemeliyim diyorsanız bakın, ama sonra bana küfretmeyin. Rize’de bu aralar en konuşulan konu da Rize Üniversitesi’nin adının Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi olarak değiştirilmesi, yorum yok…

Rize’den Uzungöl’e giderken Of’tan geçiyorsunuz, imamı ve Of çayı ünlü. Oflu imamlarla ilgili bir sürü fıkra var, web sitemizin yasaklanmaması adına burada yazmayacağım 🙂 Of yunancada Ofyus’tan geliyor, ofyus yılan demekmiş.

UZUNGÖL

Evet, güzel, ama çok çok beğenmedim açıkçası. Aslında biz en güzel zamanında gitmişiz, ramazanda, çünkü temmuzda özellikle Arap turist akınına uğrar, çok kalabalık olurmuş. Çevrede alabalık yenen, oturulan alkolsüz bir çok yer var, ben muhlama yedim, beğendim, ama hizmet kötü, kalabalığa alışan restoranlarda genel bir şımarıklık hali gözlemledim.

Yürüyüş yapabilirsiniz, deniz bisikletiyle gölde dolaşabilirsiniz.(Yarım saat 20 TL) Etrafına set çekilmeden önce daha güzelmiş, öyledir tabi, ne akla hizmet? Bir de HES ve teleferik konuşuluyor, neyse, yorum yok…

Uzungöl-başı

Uzungöl-başı

Uzungöl-sonu

Uzungöl-sonu

Geleneksel Karadeniz lezzeti-Muhlama(Mısır ekmeği, tereyağı ve peynir) Çok peynirli olan muhlama, az peynirli olan kuymakmış, aralarında az da olsa fark varmış yani.

Geleneksel Karadeniz lezzeti-Muhlama(Mısır ekmeği, tereyağı ve peynir) Çok peynirli olan muhlama, az peynirli olan kuymakmış, aralarında az da olsa fark varmış yani.

Uzungöl’ün en güzel kısmı yaylalarına çıkmak, biz iki yaylayı gördük, 2200 metre yüksekliğinde Karastel(Garester) ve 1700 metre yüksekliğinde Lustra yaylası. Aslında Uzungöl de 1100 metre yüksekliğinde, yani ulaşım kolay diyebilirsiniz, ama değil, kıvrıla kıvrıla, bazen sislerin, bazen çiçek tarlalarının içinden geçerek, en az 45-50 dakika minibüslerle gidiyorsunuz, ama kesinlikle değiyor. Bu yaylaların isimleri Türkleştirilmemiş, çok da güzel olmuş, hayal gücünüzü tetikliyor, gidip de Yeşilyayla falan yapsalardı isimleri gerçekten kızardım.

Bu yaylalarda yürüyüş yapabilir, süt içebilir, çocuklardan kekik alabilirsiniz, ama lütfen çiçekleri koparmayın.

Hava güneşliyken bile serince oluyor, bir hırka alınabilir.

Yayla halkı hayvancılıkla geçiniyor. Yaylalarda boğa güreşleri, şenlikler, festivaller yapılıyormuş.

Karaste Yaylası

Karaste Yaylası

Lustra yaylasında kendinden büyük yükünü taşıyan teyze

Lustra yaylasında kendinden büyük yükünü taşıyan teyze

Yaylayı sis basıyor-altta minicik Uzungöl manzarası

Yaylayı sis basıyor-altta minicik Uzungöl manzarası

Yaylalara gidince yine beni o değişik deneyimler yaşarken basan biz bu dünyada karıncayız, dünya ne kadar büyük, hayat nedir, vb felsefi düşünceler bir hayli oyaladı. Bir de fotoğraf çektirirken sağa sola koşup hoplaya zıplaya poz vericem diye düşüp durdum. Bu yüzden oksijen olayını çok gözlemleyemedim. Yani Karadeniz’e giden herkese dönüş yolunda ezberletilen “Yeşile doydum”,”oksijen orda, nefes aldığımı hissettim”, konularına giremiyorum, daha doğrusu yeşile doymadım, keşke İstanbul da yeşil olsa… Oksijen de fazla mıydı anlamadım valla, herhalde beynim çoktan zehirlenmiş, ya da ben bi garibim.

Kısaca o bölgede yapılacak en güzel şey mümkünse bir çay fabrikasına gitmek, ve hemen yaylaya çıkmak. VEEEE günün hevesle bekleneni, rafting..

Rafting Rize’ye 30 km mesafede, Kaçkarlar’da, Ayder Yaylası’nın girişindeki Fırtına Vadisinde, Fırtına deresinde yapılıyor. Dördüncü gün Fırtına vadisine ve Ayder’e tekrar gittik, o yüzden burda çok bahsetmeyeceğim, detay bilgi dördüncü yazıda.

O bölgede zaten bir çok rafting yeri var, ama özellikle isim vermem gerekirse biz Taka Rafting’de yaptık. 4-5 kişi olmanız gerekiyor, çünkü botta akıntıyla beraber ciddi kürek sallıyorsunuz, biz toplamda 3 defa yaptık, korkulacak bir şey, yok, eğer istiyor ama cesaret edemiyorsanız mutlaka yapın derim, çünkü çok çok eğlenceli. Zaten sizi öncesinde sıkı bir eğitime sokuyorlar, tam 10 dakika 🙂 Ama her durumda ne yapmanız gerektiğini öğreniyorsunuz.

Az bilenler veya deneyimliler için farklı etaplar var, 10 km kadar, yaklaşık 40 dakika sürüyor, biz yaptığımızda 35 TL’ydi, ki Melen çayında ya da Dalaman çayında bunun 2-3 katını istiyorlar.

Rehber botun en arkasında duruyor, her şey kontrol altında, suya düşerseniz de sizi tutup bota geri çekiyorlar, oluyor bitiyor. Biz akşam üstü, 7 gibi yaptık, su çok soğuk değildi, hatta yüzdük bile biraz, size orda plastik patik veriyorlar, ama isterseniz ayağınızdan çıkmayacak terliğiniz, bir havlu ve tabi mayolarınız yanınızda olsun.

Temmuz sonu olduğu için suyun debisi biraz düşüktü, ama çok çok eğlenceliydi. Kürek çekerken heey, hoop diye bağırıyorsunuz, herkesin uyum içinde kürek çekmesi gerekiyor, ama tam bir curcuna oluyor tabi.

Öncesi

Öncesi

Sonrası- orada çılgınca gülen de benim

Sonrası- orada çılgınca gülen de benim

En sonrası

En sonrası

Tabi raftingde yorulup kendimizi otele attık, biz Dedeman Rize’de kaldık, deniz kenarındaydı, hatta gece dokuz gibi kayalık ama sıcacık bir denize girdik. Sonra erkenden yattık, çünkü ertesi gün bizi büyük bir gün bekliyordu, Batum, Gürcistan…Üçüncü yazıda görüşmek üzere…

Yazar: Ceren Aydın

Doğu Karadeniz Turu 1: Trabzon/Sumela, Yaaylalar Yaylalar

Standard

Konuk Yazar: Ceren Aydın

Hep Karadeniz’e gitmek isterdik
Yaaylalar yaylalar
Çok isterdik de isterdik
Yaaylalar yaylalar
Gittik başımız göğe erdi
Yaaylalar yaylalar

Trabzon

Trabzon

Evveet, herkese merhaba. Amerika notlarından sonra Karadeniz notlarıyla karşınızdayım. Hep yurtdışı olmasın, ülkemizin güzelliklerini de gözardı edecek değiliz değil mi? Doğu Karadeniz, herkesin çok merak ettiği ama bir türlü gidemediği bir bölge. Özellikle gidilecek en uygun mevsimin(Temmuz) güneye gitmek için de en uygun mevsim olması kuzeye tercihi azaltıyor. Son yıllarda ilgi arttı, alternatif kültür turu isteyenlerin tercih ettikleri ve gerçekten görülmesi gereken bir bölge burası.

Bu gezi notları 4 günlük Doğu Karadeniz turunu kapsamakta olup dört yazıdan oluşacak. Biz kendimiz değil turla gittik, çünkü daha önce bu bölgeye hiç gitmemiştik, isteyen arabayla da gelebilir, ama yanınızda en azından bir bilen olmasında fayda var. Mesafeler kısa, gezilecek A noktası ile B noktası arası maksimum 1-2 saat sürüyor, ama yollar çok sapa, virajlar çok korkutucu vs.

İlk yazı yani bu yazı Trabzon ve civarı, 2. yazı Sürmene, Of, Rize, Uzungöl,Lustra ve Karaste yaylaları, 3. yazı Batum (Gürcistan), 4. yazı ise Karagöl, Fırtına Vadisi ve Ayder Yaylalarını anlatacak. Biz buraları çok sevdik, umarım siz de seversiniz.

Bu arada başlığımız yaylalar yaylalar ama sadece 3 tane yayla gördük, Karadeniz bundan çok daha fazlası. Başlık tamamen ironik, şarkının kadınları ne kadar aşağıladığını yeni fark eden ve bunu artık kullanmama kararı alan orduya teşekkür olarak verdim, sözlerin absürdlüğüne de kendimce her yazının başına koyduğum abuk şiirlerle karşılık veriyorum. Fare dağa küsmüş hesabı..

Başlamadan bir not daha eklemek istiyorum, burada yaptığım gözlemler tamamen kendi gördüklerime dayanıyor, şurası çok kalabalık, şurası çok kirli, orda görülecek bir şey yokmuş aslında diye yazarsam lütfen oralı olanlar ve bu yazıyı okuyanlar rahatsız olmasınlar, tabi ki sizin gibi bilmiyorum oraları, ama inanın yazdıklarımda herhangi bir önyargı yok.

TRABZON

Trabzon şu an Doğu Karadeniz’in en büyük ili. Kelime olarak yamuk anlamındaki Trophesus’tan geliyor. Tura bozan falan diyenler varmış, inanmayın 🙂

Trabzon bölgesinde kurulan imparatorluğun adı Rum Pontus İmparatorluğu değil, Kommenos devletiymiş. Bu devlet, 4. haçlı seferi neticesinde istanbul’dan kaçan Komnenos’lar tarafından kurulmuş. Pontus, yani Pontos, aslında deniz demekmiş. Helenistik çağda Karadeniz’e verilen ilk ad, hırçın deniz anlamına gelen ”aksenos pontos”, ama helenlerin geleneklerinde mevcut olan kötü bir şeye veya bir yere iyi bir ad koyup onun iyileşmesini bekleme adetleri varmış, bu yüzden Karadeniz’in dalgaları sakinleşir inancıyla adı değiştirilerek uslu deniz anlamına gelen ”efksinos pontos” yapmışlar. Zamanla da Karadeniz’e sadece pontos denilmeye başlanmış ve günümüze kadar böyle sürüp gelmiş.

Yöresel Karadeniz kıyafetleri ve kemençe

Yöresel Karadeniz kıyafetleri ve kemençe

Trabzon güzel bir şehir, zaten bence deniz olan şehir güzel şehirdir.Ramazanda yemek içmede dikkatli olmakta fayda var. Karadeniz’de sahile uzuuun bir otoban yapmışlar, ulaşım kolaylaşmış, ama evlerle deniz arasına otoban girmiş, bu da orada yaşayanların işine gelmemiş haliyle.

Trabzon’un ortasından Zağanos vadisi geçiyor,bu vadiye bakan evler de çok tutuluyormuş.

Bir de merkezde Park Meydanı ve Uzun Sokak var, Uzun Sokak Trabzon’un İstiklal Caddesi kıvamında, ağırlıklı yemek yenecek yerler ve birkaç mağaza var, hemen girişte Çardak Pide var, pideleri çok methediliyor, biz de beğendik.

Trabzon’un kolbastısı meşhur, kumar oynayan gençler kolcu(korucu) gelince “kolbastı” derlermiş, ordan geliyor anlamı.

Hediyelik eşyaları Ayasofya Müzesinin oradan alabilirsiniz.

Yukarıda gördüğünüz fotoğraf Akçaabat Yörük Çadırında çekildi, çılgınca denizi doldurup yer açıyorlar, fotoğrafta gördüğünüz bölgeye gelecekte spor kompleksi inşa edeceklermiş, büyük düşünüyorlar, olimpiyat gibi, tutacak mı, göreceğiz.

Yörük Çadırında yöresel yemekler yedik, hamsi kuşu, kaygana, turşu kavurma gibi. Yemekler güzeldi, mısır ekmeği inanılmazdı, ama mekan biraz fazla turistik.

AYASOFYA MÜZESİ

Türkiye’de 3 tane Ayasofya müzesi vamış, İstanbul, Trabzon ve İznik’te. İsa’nın bilgin yönüne uygun gördükleri en güzel, büyük kiliselere Ayasofya ismini verirlermiş, ben bilmiyordum, rehberimiz sağolsun. Müzekart geçiyor.

Bu müze Trazon’un en görülmesi gereken yerlerinden biri. 1200’lerde Trabzon İmparatoru Kommenos tarafından yaptırılmış, Fatih’in burayı fethinden sonra cami olmuş. Mimari olarak dışarıdan görünüşü harika, 12 köşeli çok hoş bir kubbesi var. Güney cephesi girişinde Adem ile Havva’nın yaratılışının anlatıldığı kabartmalar var. Aşağıdaki fotoğrafta sağdan sola sırasıyla görebilirsiniz: Adem ve Havva yaratıldı, Adem ve Havva cennette, Adem ve Havva yasak elmayı yedi hapı yuttu, aha cennetten kovuldular, ilk cinayet(Habil’in Kabil’i öldürmesi) vb. Enteresan olan nokta sağdan sola olması kabartmaların, sebebi bilinmiyor.

Yaratılış efsanesinin kabartması- En tepedeki tek başlı kartal Trabzon Rum İmparatorluğu sembolü- Çift başlı olursa Bizans sembolü. Kartal’ın başı,  imparatorluğun döndüğü yöne hükmettiğini simgeliyor.

Yaratılış efsanesinin kabartması- En tepedeki tek başlı kartal Trabzon Rum İmparatorluğu sembolü- Çift başlı olursa Bizans sembolü. Kartal’ın başı, imparatorluğun döndüğü yöne hükmettiğini simgeliyor.

Ayasofya-Dıştan Görünüş

Ayasofya-Dıştan Görünüş

İçeride zamanında çok güzel olduğuna inandığım, ama tabi günümüze gelinceye kadar tahrip edilmiş,  İncil’den sahnelerin canlandırıldığı freskler var. İsa, melekler, havariler, İsa’nın doğumu, vaftizi, çarmıha gerilişi, kıyamet günü betimlenmiş.

Duvar süsü-4 incili yazan Matta, Markos, Luka, Yuhanna

Duvar süsü-4 incili yazan Matta, Markos, Luka, Yuhanna

Müzenin karşısında yanyana 2-3 tane hediyelik eşya yeri var, özellikle Trabzon gümüşü de meşhurmuş, üç çeşitmiş: Hasır, Kazaziye, Telkari. Telkari Mardin-Midyat’ta da yapılıyor, ama Kazaziye bu yöreye özgüymüş. İlgilenirseniz size nasıl yapıldığını da anlatıyorlar. Onun dışında hamsi şeklinde buzdolabı süsünden kemençeye kadar her şey var. Buradakileri beğenmezseniz Sumela Manastırı’nın orda da gümüş hariç diğer hediyelik eşyaları daha uygun fiyata bulabilirsiniz.

ATATÜRK KÖŞKÜ

Bu köşk de eğer vaktiniz varsa gezilebilir, 1-2 saatinizi alır ama güzel bir yer, Trabzon merkezde bir tepede. Bahçesi, içi çok bakımlı. 1923’ten sonra nüfus değişimiyle hazineye geçmiş, 24’te buraya gelen Atatürk çok beğenmiş, ona hediye etmişler. Atatürk burayı en son 1937’de ziyaret etmiş, vasiyetini burda yazmış, bütün mal varlığını hazineye bağışlama kararı almış, bu açıdan da önemli. İçeride fotoğraf çekemiyorsunuz, ikinci katta büyük bir Türkiye haritası var, ona bir göz atın derim. 1930’lu yıllarda Türkiye’yi gösteriyor, Atatürk’ün eliyle aldığı notlar var. O sırada S.S.C.B’ye Sovyet Sosyalist Şuralar Cumhuriyetleri deniyormuş, Türkiye’de coğrafi bölgeler yokmuş, cetvelle sekize bölmüşler, İstanbul, İzmir, Ankara, Konya, Sivas, Malatya, Erzurum ve Musul bölgeleri oluşmuş, ilgilenenler için enteresan.

Atatürk Köşkü

Atatürk Köşkü

SUMELA MANASTIRI (Sümela değil, Sumela)

Burayı anlatırlardı ama anlamazdım, eeee nolmuş yani kayaların oraya manastır yapmışlarsa, nesi özel ki derdim, ama gerçekten görmek gerekiyormuş.

Önce Trabzon’dan 1 saat kadar mesafedeki Maçka’ya geliyorsunuz, Maçka’dan 20 dakika süren münibüs yolculuğunda önce sadece inanılmaz zengin bir orman görüyorsunuz, kızıl ağaçları seyrediyorsunuz, kendi kendinize nerde bu ya diyorsunuz, sonra birden karşınıza çıkıyor:

Bir an önce varmak istiyorsunuz bu manzarayı görünce. Bu arada belli bir yerden sonra yürüyerek çok dik bir patikayla da çıkabiliyorsunuz, minibüslerle de gidebiliyorsunuz. Minibüsle indikten sonra da 10 dakika kadar yürüyüp bir sürü merdiven çıkacaksınız, ama değecek, beğenmeyenler, bu muymuş, Ürgüp daha güzel diyenler saçmalamasın lütfen.

Asıl adı Panaghia tou melas’mış, Melas Yunancada karanlık demekmiş. Melas Sumela oluyor zamanla. İlk hristiyan kavimlerinin Romalı askerlerden kacmak icin yaptiklari tapinma mekanlarindan biriymiş. 400’lü yıllardan beri var, sonra yenilenmiş, freskler eklenmiş ama tam 1600 yıllık bir ibadethaneden bahsediyoruz, inanabiliyor musunuz? Tabi 400’lü yıllardan kalmasıyla ilgili bilimsel veri yok, bugün ayakta bulunan kalıntılar en erken 13-14 yüzyıllara ait, ama ben yine de diğerine inanmak istiyorum.

Manastırın bulunduğu yere yapılmasının sebebi yukarıdaki kayalardan damlayan şifalı suymuş ki bu su ile vaftiz yapılırmış. Hala o şifalı suyun damladığını görebiliyorsunuz.(Ayazma)

1150 metrede, Altındere Milli Parkı içinde, yanında Meryem Ana deresi var, bölgeye Meryem Ana da deniyor.

Birkaç yıl önce yapılan restorasyonun manastırı çirkinleştirdiğini, kayalara resmen badana yapıldığı, kayaların renkleri ile taşların renklerinin uyumsuz olduğunu, kiremit çatıların çok çirkin olduğunu yazıyorlar. Açıkçası ben önceki halini görmediğim için yorum yapamıyorum, ama bu haliyle bile huzur verici ve büyüleyici.

İçerisinde birçok değerli fresk ve yapı barındırıyor. Bu freskler 18. yüzyıl başlarından itibaren üç ayrı devirde yapılan üç tabaka olarak görülüyor. Tabi yukarıda da görebileceğiniz gibi tahribat kasıtlı olarak yüzlere yapılmış, yazılan sloganlar, yazılar da ayrı bir konu. Fresklerde işlenen başlıca konular yine İncil’den alınmış sahneler, Hz. İsa ve Meryem Ana’nın hayatı ile ilgili tasvirler.

Bu bolgede yapılabilecek diğer aktiviteler:

– Hamsiköy’de sütlaç yemek (Aynı bölgeden köme ve pestil de satın alabilirsiniz.)
– Zigana geçidine gitmek

Kalınacak yerler olarak Zorlu Grand Hotel(Trabzon) ve Sürmene’de Zarha Mountain Resort turun önerdiği yerlerdi.

İlk yazı bu kadar, bir sonraki yazıda görüşmek üzere.

Yazan: Ceren Aydın