Ve işte Utah eyaletinde ziyaret ettiğimiz son ulusal park olan Zion’dayız. Burada bir gece kamp yapmayı planlamış ama önceden çadır yeri için rezervasyon yaptırmamıştık. Parka vardığımızda önce kötü bir sürprizle karşılaşıyoruz: Tüm kamp alanları doludur uyarısı. Ama kamp girişindeki bilet kontrol ve danışma noktasına varıp soruşturunca öğreniyoruz ki aşırı doluluk yüzünden “Overflow campground”dedikleri bir ekstra kamp alanı açmışlar ziyarete, bir gece kalınabiliyor burada. Gecelik 16$ ödeyip, hemen çadırımızı kuruyoruz bize ayrılan bölgeye. Kamp alanı çok çok sade. Duş imkanı yok, internet yok.
Zion Parkı’nın ana teması kırmızı kumtaşı kayalıklarının Virgin Nehri tarafından oyulup aşındırılmasıyla oluşmuş Zion Kanyonu. Kıpkırmızı bir kanyon ve kayalıklar arasından akan nehirler, etrafı çevreleyen yeşil orman, aralarda karşımıza çıkan vahşi dağ keçileri parka dair izlenimlerimizi oluşturuyor.
İlk gün sadece araba ile ‘scenic drive’ denilen manzaralı araba rotasını tamamlıyoruz. Sonra akşam yemeği için parkın hemen dışında (araba ile 5 dakikalık mesafe) bulunan Thai Sapa isimli Tay restoranına gidiyoruz. Yemekler lezzetli, personel harika. Onlar Maya’ya bakıcılık yaparken biz rahat rahat yemeklerin tadını çıkarıyoruz 🙂
Ertesi gün çadırımızı toplayıp, check-out yapıp kampı gezmeye devam ediyoruz. Amaç tüm gün boyunca Zion’u gezip sonra geceyi geçirmek üzere Beaver kasabasına devam etmek. Kamptaki bu ikinci günümüzde park shuttle’ı ile son noktaya kadar gidip (Temple of Sinawava) burada Riverside Walk denilen nehir yürüyüşünü yapıyoruz. Kanyondaki nehrin içinden yürümek gerekiyor. Zorlu bir rota değil ama ayaklarınızda sandalet ya da ayağa sabitlenen su ayakkabısı tarzı bir şeyler olmalı. Terlikle ya da çoraplı spor ayakkabıyla yapılacak şey değil 🙂 Nehir yürüyüşünden sonra shuttle ile Weeping Rock’ı (Ağlayan Kaya) ziyaret ediyoruz. Sonra da yine shuttle ile Zion Lodge’a gidip burada bir öğle yemeği molası veriyoruz. Burada mevsimsel olarak açılan (sanırım kışları kapalı) bir kafe-restoran mevcut, ufak tefek yiyecek şeyler alınabiliyor. Yemekten sonra bu noktadan başlayan Emerald Pools rotasını da biraz yürüyüp (sadece Lower Emerald Pools kısmına dek) sonra arabamıza dönüyoruz. Araba ile Zion’un öbür tarafındaki Kolob bölgesinde de biraz dolandıktan sonra Zion’dan 2,5 saatlik bir araba yolculuğu sonunda geceyi geçireceğimiz Beaver’a varıyoruz. Tam bir yol üstü Amerikan moteli olan Beaver Inn’de 55$ gecelik fiyata bir oda buluyoruz.
Ertesi sabah erkenden yola çıkıp 3 saatlik bir araba yolculuğundan sonra bir sonraki durak olan Salt Lake City’ye varıyoruz. Burada bir gece airbnb’den bulduğumuz bir odada konaklayacağız. Aslında Salt Lake City’yi özellikle görmek gibi bir isteğimiz yoktu ama Maya’ya günde 4-5 saatten fazla araba yolculuğu dayatmamak için aslında ana hedef noktamız olan Yellowstone’a varmadan bir gece Salt Lake City’de, bir gece de Idaho Falls’ta konaklama planı yaptık.
Salt Lake City, Utah eyaletinin başkenti ve en büyük şehri. Ama bu şehrin asıl özelliği Mormonlar tarafından kurulmuş ve günümüzde halen oldukça fazla sayıda ve aktif bir Mormon nüfusu barındırıyor olması. Mormonlar da kim diyecek olursanız, Mormon dinine inananlar diyebilirim kısaca. Mormonluk 19. yüzyılda Hristiyan dini hareketlerinin içinden doğup gelişmiş ve daha sonra bağımsız bir din haline gelmiş. Mormonların kendi kutsal kitapları ve peygamber kimliği taşıyan bir kurucuları var. Sadece Utah’ın değil Mormon hareketinin de başkenti olan Salt Lake City’de merkezi Mormon Kilisesi ve Temple Square denilen bölgede ihtişamlı bir Mormon Tapınağı mevcut. Tapınağı gezip biraz oradaki Mormon görevliden bu din ve ona inananların görüşleri hakkında bilgi almaya çalıştık. Kendilerini Hristiyan saymakla, İsa’yı tanımakla birlikte İncil yerine, The Book of Mormon adlı kendi kutsal kitaplarına inanıyorlar anladığım kadarıyla. Ama çok da bir şey anlamadım, daha doğrusu bir müddet sonra din görevlisinin vaaza dönüşen anlatımını dinlemek yerine tapınağı gezmeye odaklandım açıkçası. İlgilenenler için internette bu konuda pek çok bilgi var 🙂

Airbnb odamız – Eski bir Mormon’un evinde (Mormonluktan çıkınca eşiyle boşanıp ailesiyle görüşmeyi kestiğini anlattı bize kendisi)
Benim Salt Lake City’de en çok hoşuma giden şey, Mormonların (evlenin, üreyin, Mormon soyunu devam ettirin motivasyonu ile) aile kurumuna verdikleri önem sayesinde ortaya çıkan bebek ve çocuk dostu ortam oldu. Şu şekilde tuvaletler vardı etrafta, o derece:
Salt Lake City’de bizim olduğumuz haftasonu şansımıza bir kültür-sanat festivali vardı. Biraz festival ortamında gezdik. Contemporary Art Museum’da dünyaca ünlü Body Worlds’ün hayvanlarla yapılmış versiyonu olan ‘Animal World’ sergisini ziyaret ettik.
Ve tabii ki Temple Square’i, Mormon Tapınağını gezmeyi, her Pazar günü vuku bulan Grammy ve Emmy Ödüllü meşhur Mormon Korosu (Mormon Tabernacle Choir) konserine katılmayı ve konser sonrası uluslararası misyoner rehber kızlar arasından Alman rehberi bulup onunla Temple Square’de Mormonlar konulu küçük bir gezi yapmayı ihmal etmedik.
Salt Lake City’de bir gece konaklamanın ardından ertesi gün Idaho Falls’a vardık. Bir gece de burada konakladıktan sonra nihayet gezi boyunca heyecanla beklediğimiz, aynı zamanda gezimizin son durağı olan Yellowstone Ulusal Parkı’na doğru yola çıktık. Bir sonraki yazida Yellowstone’dayız! 🙂