Konuk Yazar: Ceren Aydın
Hep Karadeniz’e gitmek isterdik
Yaaylalar yaylalar
Çok isterdik de isterdik
Yaaylalar yaylalar
Gittik başımız göğe erdi
Yaaylalar yaylalar
Evveet, herkese merhaba. Amerika notlarından sonra Karadeniz notlarıyla karşınızdayım. Hep yurtdışı olmasın, ülkemizin güzelliklerini de gözardı edecek değiliz değil mi? Doğu Karadeniz, herkesin çok merak ettiği ama bir türlü gidemediği bir bölge. Özellikle gidilecek en uygun mevsimin(Temmuz) güneye gitmek için de en uygun mevsim olması kuzeye tercihi azaltıyor. Son yıllarda ilgi arttı, alternatif kültür turu isteyenlerin tercih ettikleri ve gerçekten görülmesi gereken bir bölge burası.
Bu gezi notları 4 günlük Doğu Karadeniz turunu kapsamakta olup dört yazıdan oluşacak. Biz kendimiz değil turla gittik, çünkü daha önce bu bölgeye hiç gitmemiştik, isteyen arabayla da gelebilir, ama yanınızda en azından bir bilen olmasında fayda var. Mesafeler kısa, gezilecek A noktası ile B noktası arası maksimum 1-2 saat sürüyor, ama yollar çok sapa, virajlar çok korkutucu vs.
İlk yazı yani bu yazı Trabzon ve civarı, 2. yazı Sürmene, Of, Rize, Uzungöl,Lustra ve Karaste yaylaları, 3. yazı Batum (Gürcistan), 4. yazı ise Karagöl, Fırtına Vadisi ve Ayder Yaylalarını anlatacak. Biz buraları çok sevdik, umarım siz de seversiniz.
Bu arada başlığımız yaylalar yaylalar ama sadece 3 tane yayla gördük, Karadeniz bundan çok daha fazlası. Başlık tamamen ironik, şarkının kadınları ne kadar aşağıladığını yeni fark eden ve bunu artık kullanmama kararı alan orduya teşekkür olarak verdim, sözlerin absürdlüğüne de kendimce her yazının başına koyduğum abuk şiirlerle karşılık veriyorum. Fare dağa küsmüş hesabı..
Başlamadan bir not daha eklemek istiyorum, burada yaptığım gözlemler tamamen kendi gördüklerime dayanıyor, şurası çok kalabalık, şurası çok kirli, orda görülecek bir şey yokmuş aslında diye yazarsam lütfen oralı olanlar ve bu yazıyı okuyanlar rahatsız olmasınlar, tabi ki sizin gibi bilmiyorum oraları, ama inanın yazdıklarımda herhangi bir önyargı yok.
TRABZON
Trabzon şu an Doğu Karadeniz’in en büyük ili. Kelime olarak yamuk anlamındaki Trophesus’tan geliyor. Tura bozan falan diyenler varmış, inanmayın 🙂
Trabzon bölgesinde kurulan imparatorluğun adı Rum Pontus İmparatorluğu değil, Kommenos devletiymiş. Bu devlet, 4. haçlı seferi neticesinde istanbul’dan kaçan Komnenos’lar tarafından kurulmuş. Pontus, yani Pontos, aslında deniz demekmiş. Helenistik çağda Karadeniz’e verilen ilk ad, hırçın deniz anlamına gelen ”aksenos pontos”, ama helenlerin geleneklerinde mevcut olan kötü bir şeye veya bir yere iyi bir ad koyup onun iyileşmesini bekleme adetleri varmış, bu yüzden Karadeniz’in dalgaları sakinleşir inancıyla adı değiştirilerek uslu deniz anlamına gelen ”efksinos pontos” yapmışlar. Zamanla da Karadeniz’e sadece pontos denilmeye başlanmış ve günümüze kadar böyle sürüp gelmiş.
Trabzon güzel bir şehir, zaten bence deniz olan şehir güzel şehirdir.Ramazanda yemek içmede dikkatli olmakta fayda var. Karadeniz’de sahile uzuuun bir otoban yapmışlar, ulaşım kolaylaşmış, ama evlerle deniz arasına otoban girmiş, bu da orada yaşayanların işine gelmemiş haliyle.
Trabzon’un ortasından Zağanos vadisi geçiyor,bu vadiye bakan evler de çok tutuluyormuş.
Bir de merkezde Park Meydanı ve Uzun Sokak var, Uzun Sokak Trabzon’un İstiklal Caddesi kıvamında, ağırlıklı yemek yenecek yerler ve birkaç mağaza var, hemen girişte Çardak Pide var, pideleri çok methediliyor, biz de beğendik.
Trabzon’un kolbastısı meşhur, kumar oynayan gençler kolcu(korucu) gelince “kolbastı” derlermiş, ordan geliyor anlamı.
Hediyelik eşyaları Ayasofya Müzesinin oradan alabilirsiniz.
Yukarıda gördüğünüz fotoğraf Akçaabat Yörük Çadırında çekildi, çılgınca denizi doldurup yer açıyorlar, fotoğrafta gördüğünüz bölgeye gelecekte spor kompleksi inşa edeceklermiş, büyük düşünüyorlar, olimpiyat gibi, tutacak mı, göreceğiz.
Yörük Çadırında yöresel yemekler yedik, hamsi kuşu, kaygana, turşu kavurma gibi. Yemekler güzeldi, mısır ekmeği inanılmazdı, ama mekan biraz fazla turistik.
AYASOFYA MÜZESİ
Türkiye’de 3 tane Ayasofya müzesi vamış, İstanbul, Trabzon ve İznik’te. İsa’nın bilgin yönüne uygun gördükleri en güzel, büyük kiliselere Ayasofya ismini verirlermiş, ben bilmiyordum, rehberimiz sağolsun. Müzekart geçiyor.
Bu müze Trazon’un en görülmesi gereken yerlerinden biri. 1200’lerde Trabzon İmparatoru Kommenos tarafından yaptırılmış, Fatih’in burayı fethinden sonra cami olmuş. Mimari olarak dışarıdan görünüşü harika, 12 köşeli çok hoş bir kubbesi var. Güney cephesi girişinde Adem ile Havva’nın yaratılışının anlatıldığı kabartmalar var. Aşağıdaki fotoğrafta sağdan sola sırasıyla görebilirsiniz: Adem ve Havva yaratıldı, Adem ve Havva cennette, Adem ve Havva yasak elmayı yedi hapı yuttu, aha cennetten kovuldular, ilk cinayet(Habil’in Kabil’i öldürmesi) vb. Enteresan olan nokta sağdan sola olması kabartmaların, sebebi bilinmiyor.

Yaratılış efsanesinin kabartması- En tepedeki tek başlı kartal Trabzon Rum İmparatorluğu sembolü- Çift başlı olursa Bizans sembolü. Kartal’ın başı, imparatorluğun döndüğü yöne hükmettiğini simgeliyor.
İçeride zamanında çok güzel olduğuna inandığım, ama tabi günümüze gelinceye kadar tahrip edilmiş, İncil’den sahnelerin canlandırıldığı freskler var. İsa, melekler, havariler, İsa’nın doğumu, vaftizi, çarmıha gerilişi, kıyamet günü betimlenmiş.
Müzenin karşısında yanyana 2-3 tane hediyelik eşya yeri var, özellikle Trabzon gümüşü de meşhurmuş, üç çeşitmiş: Hasır, Kazaziye, Telkari. Telkari Mardin-Midyat’ta da yapılıyor, ama Kazaziye bu yöreye özgüymüş. İlgilenirseniz size nasıl yapıldığını da anlatıyorlar. Onun dışında hamsi şeklinde buzdolabı süsünden kemençeye kadar her şey var. Buradakileri beğenmezseniz Sumela Manastırı’nın orda da gümüş hariç diğer hediyelik eşyaları daha uygun fiyata bulabilirsiniz.
ATATÜRK KÖŞKÜ
Bu köşk de eğer vaktiniz varsa gezilebilir, 1-2 saatinizi alır ama güzel bir yer, Trabzon merkezde bir tepede. Bahçesi, içi çok bakımlı. 1923’ten sonra nüfus değişimiyle hazineye geçmiş, 24’te buraya gelen Atatürk çok beğenmiş, ona hediye etmişler. Atatürk burayı en son 1937’de ziyaret etmiş, vasiyetini burda yazmış, bütün mal varlığını hazineye bağışlama kararı almış, bu açıdan da önemli. İçeride fotoğraf çekemiyorsunuz, ikinci katta büyük bir Türkiye haritası var, ona bir göz atın derim. 1930’lu yıllarda Türkiye’yi gösteriyor, Atatürk’ün eliyle aldığı notlar var. O sırada S.S.C.B’ye Sovyet Sosyalist Şuralar Cumhuriyetleri deniyormuş, Türkiye’de coğrafi bölgeler yokmuş, cetvelle sekize bölmüşler, İstanbul, İzmir, Ankara, Konya, Sivas, Malatya, Erzurum ve Musul bölgeleri oluşmuş, ilgilenenler için enteresan.
SUMELA MANASTIRI (Sümela değil, Sumela)
Burayı anlatırlardı ama anlamazdım, eeee nolmuş yani kayaların oraya manastır yapmışlarsa, nesi özel ki derdim, ama gerçekten görmek gerekiyormuş.
Önce Trabzon’dan 1 saat kadar mesafedeki Maçka’ya geliyorsunuz, Maçka’dan 20 dakika süren münibüs yolculuğunda önce sadece inanılmaz zengin bir orman görüyorsunuz, kızıl ağaçları seyrediyorsunuz, kendi kendinize nerde bu ya diyorsunuz, sonra birden karşınıza çıkıyor:
Bir an önce varmak istiyorsunuz bu manzarayı görünce. Bu arada belli bir yerden sonra yürüyerek çok dik bir patikayla da çıkabiliyorsunuz, minibüslerle de gidebiliyorsunuz. Minibüsle indikten sonra da 10 dakika kadar yürüyüp bir sürü merdiven çıkacaksınız, ama değecek, beğenmeyenler, bu muymuş, Ürgüp daha güzel diyenler saçmalamasın lütfen.
Asıl adı Panaghia tou melas’mış, Melas Yunancada karanlık demekmiş. Melas Sumela oluyor zamanla. İlk hristiyan kavimlerinin Romalı askerlerden kacmak icin yaptiklari tapinma mekanlarindan biriymiş. 400’lü yıllardan beri var, sonra yenilenmiş, freskler eklenmiş ama tam 1600 yıllık bir ibadethaneden bahsediyoruz, inanabiliyor musunuz? Tabi 400’lü yıllardan kalmasıyla ilgili bilimsel veri yok, bugün ayakta bulunan kalıntılar en erken 13-14 yüzyıllara ait, ama ben yine de diğerine inanmak istiyorum.
Manastırın bulunduğu yere yapılmasının sebebi yukarıdaki kayalardan damlayan şifalı suymuş ki bu su ile vaftiz yapılırmış. Hala o şifalı suyun damladığını görebiliyorsunuz.(Ayazma)
1150 metrede, Altındere Milli Parkı içinde, yanında Meryem Ana deresi var, bölgeye Meryem Ana da deniyor.
Birkaç yıl önce yapılan restorasyonun manastırı çirkinleştirdiğini, kayalara resmen badana yapıldığı, kayaların renkleri ile taşların renklerinin uyumsuz olduğunu, kiremit çatıların çok çirkin olduğunu yazıyorlar. Açıkçası ben önceki halini görmediğim için yorum yapamıyorum, ama bu haliyle bile huzur verici ve büyüleyici.
İçerisinde birçok değerli fresk ve yapı barındırıyor. Bu freskler 18. yüzyıl başlarından itibaren üç ayrı devirde yapılan üç tabaka olarak görülüyor. Tabi yukarıda da görebileceğiniz gibi tahribat kasıtlı olarak yüzlere yapılmış, yazılan sloganlar, yazılar da ayrı bir konu. Fresklerde işlenen başlıca konular yine İncil’den alınmış sahneler, Hz. İsa ve Meryem Ana’nın hayatı ile ilgili tasvirler.
Bu bolgede yapılabilecek diğer aktiviteler:
– Hamsiköy’de sütlaç yemek (Aynı bölgeden köme ve pestil de satın alabilirsiniz.)
– Zigana geçidine gitmek
Kalınacak yerler olarak Zorlu Grand Hotel(Trabzon) ve Sürmene’de Zarha Mountain Resort turun önerdiği yerlerdi.
İlk yazı bu kadar, bir sonraki yazıda görüşmek üzere.
Trabzon’a biz de bu yaz Artvin ve civarlari seyahatimizin sonunda birkac saatligine ugradik vaktimiz dar oldugu ve Sumela’ya cikmak icin gec olacagi icin sadece Ayasofya muzesini gezebildik. Sahsen beni cok etkiledi bu muze yani boyle bir kiliseyi niyeyse Istanbul ve civarinda degil ama boyle Karadeniz’in gobeginde gormek cok hosuma gitti, Anadolu’nun ne medeniyetlere besiklik ettigini bize ortaokuldan beri klise klise anlatan sayin hocalarim bir buraya okul gezisi duzenleseydiniz ya diye icimden gecirdim :-). Hediyelik esya dukkani da pahalicana olmakla beraber gayet basarili kesinlikle, gumusler tavsiye edilesi !
Bu kadar methini duyduktan sonra iyice sabirsizlandim oralari gormek icin, darisi en yakin zamanda basima 🙂
😀 Bes hafta sonra izne cikiyorum Silancim o zaman musadenle bu yazi dizisine ek olarak Artvin, Savsat, Macahel taraflarini anlatan yazi dizisi yayinlamak istiyorum onlari okuduktan sonra seneye yaza (ya da kis da olur malum siz mevsim disi mekan gezmeyi seven bir ciftsiniz!!!) Karadeniz’desiniz !!!!!!!!!!!!!! Ama gumuscuye giderken Til’i bir yerlere sat derim 😀
Yazilarini heyecanla bekliyorum o zaman Funda’cim, ben de bu gidisle gelecek seneyi filan bekleyemeden, mevsim disi demeden atacagim kendimi oralara sayenizde! 🙂
Benim için güzel bir nostalji oldu, evlenip çoluk çocuğa karışmadan önce keşfettiğim Karadeniz yaylaları :)) Gezi notlarının özellikle 4. bölümünü sabırsızlıkla bekliyorum, ben Ayder yaylalarına hayran kalmıştım, oraları bozulmadan ( Ayder turistik olup bozulmaya başlamıştı bile) git gör derim Şilancım. Oranın insanı da bir değişik, kuş uçmaz kervan geçmez yerlerde kapısını çaldığımız tüm insanlar kısıtlı olanaklarına bakmaksızın bizi misafir etmeye çalıştılar, araçlarla değil hayvanlarla yaylaya çıktıkları halde yiyeceklerini, ayranlarını paylaştılar; biz her şeyi olup da paylaşmayan şehirlilere ders verircesine…
Ilgen’cim, dun gibi hatirliyorum senin gezi donusu sirkette maceralarini anlatisini. O zamandan aklima koymustum zaten bir gun gitmeyi. Artik sart oldu 🙂
elinize sağlık hocam, çok güzel hazırlamışsınız 😉
Trabzon adı Trophesus’tan da Turabozandan’da gelmiyor Antik Çağ’da Trapezus oalrka bilinen kentin modern Yunanca Trapezounta olarak bilinmekteydi heralde yanlış hatırladınız. Antik Yunanistan’da Trapezus adlı bir başka bir şehirin varlığı tarihi kaynaklarda kayıtlıdır. Fotoğraftaki kemençeci bir kaç yıldır oradaydı son gittiğimde göremedim umrım sağlığı yerindedir. Ayrıca Ayasofya Müzesi camiye dönüştürüldü ve fotoğraflarını çektiğiniz fresklerin üzerleri örtüldü.