19.08.2010
Bikaner, turistlerin çöl safarisine çıkmadan önce konaklamak için uğradığı Jaisalmer’e alternatif bir şehir. Yazının devamında da okuyacağınız gibi, biz Bikaner yerine Jaisalmer’i seçtiğimize çok çok mutlu olarak ayrıldık bu şehirden. Jaisalmer’den sonra Bikaner’e uğramamızın tek sebebi burada bulunan meşhur Fareli Tapınağı, yani Deshnok’taki Karni Mata Tapınağı’nı ziyaret etmek isteyişimizdi.
Jaisalmer’den bindiğimiz tren bizi sabah 4’te Bikaner’e getiriyor. Trende en fazla 2-3 saat uyuyabildik ve üzerimizde hala safarinin yorgunluğu var. Daha hava aydınlanmamış, hiç bir restoran kafe açık değil (zaten Bikaner’in merkezinde şöyle bir iki saat rahatlıkla oturulabilecek kafe yok denecek kadar az), ne yapsak diye düşünürken, rehberde Fareli Tapınağın sabah 4’te açıldığını okuyoruz ve direk tapınağa gitmeye karar veriyoruz. Tapınağın bulunduğu Deshnok, Bikaner şehir merkezine 30km uzaklıkta. Merkezdeki Gogo Gate otobüs durağından düzenli olarak kalkan minübüslerle 40 dakikada tapınağa ulaşmak mümkün.
Fareli Tapınağa vardığımızda hava aydınlanmış ve tapınak çoktan dolmuş durumda. Ayakkabıları çıkarıp içeri giriyoruz. Tapınağın içinde heryerde fareler cirit atiyor. Kimse farelere dokunmadığı gibi, onları sütle ve tatlılarla besliyorlar, sevip koruyorlar bu tapınakta. Sanırım bir farenin dünyada en çok yaşamak isteyeceği yer burası:) İşin ilginci buradaki fareler de insanlardan bir kötülük gelmeyeceğini anlamış olmalı ki kaçıp saklanmadan gayet rahat dolanıyorlar etrafta. Çıplak ayaklarımızla farelerin üzerinden atlaya atlaya dolaşıyoruz. İnanışa göre eğer bir fare ayaklarınızın üzerinden zıplayıp geçerse size şans getirirmiş. Şans getiren diğer bir şey de beyaz fare görmek… İkisi de başımıza gelmedi, gelsin diye çok da uğraşmadık ne yalan söyleyeyim:)
Bir tapınak görevlisinin yanına yanaşıp bu fare olayının hikayesini soruyoruz. Rehberimizde bahsedilen efsaneye göre Karni Mata (bir Hint tanrıçası olan Durga’nin 14. yüzyıl reankarnasyonu), ölüm tanrısı Yama’dan bir hikaye anlatıcısının hayatını bağışlamasını ister. Yama bunu yapmayınca da sinirlenip ölmüş olan tüm hikaye anlatıcılarını fare olarak tekrar dünyaya döndürür. Tapınak görevlisi ise bize başka bir efsane anlattı. Buradaki yöre halkının inancına göre, bu bölgede yaşayan insanlar öldükten sonra fare olarak tekrar dünyaya geliyorlarmiş. Bu yüzden de etrafta dolaşan fareler böyle el üstünde tutuluyormuş.
Fareli Tapinak’tan sonra Bikaner’de diğer görülmesi gereken yer olan Junagarh Kalesi’ni de geziyoruz ve öğlen 12’de sıcağın altında, bu şehirde yapılacak herşeyi yapıp bitirmiş olarak kala kalıyoruz. Bizi bir sonraki durağımız olan Amritsar’a götürecek olan trenimiz gece yarısı kalkacak. Bikaner, önceki duraklarımız gibi geniş yeşillik saray bahçeleri, serin teras kafeleri olan bir şehir değil. Belki de o anki yorgunluk ve uykusuzluğumuzdan bize öyle geliyor ama şöyle bir iki saat keyifle oturup yemek yiyip dinlenebileceğimiz bir restoran bile bulamıyoruz. O kadar uykumuz var ki gidip bir kaç otele bize uyumak için yarım günlüğüne oda kiralarlar mı diye soruyoruz. Sonra otellerden de ümidi kesip, bir iki saat bir internet cafe’de oyalanıyoruz. Daha sonra aklımıza sinemaya gitmek geliyor, ne de olsa Hindistan’da bir Bollywood filmi izlemek olmazsa olmaz. İnternetten araştırıp şehirdeki iki sinemanın da programlarına bakıyoruz. Ne yazik ki o gün bize uygun saatlerde oynayan tüm filmler Hollywood filmleri. Sonunda dışarıda 45 derece sıcağın altında uykusuz halde dolanmaktansa, klimalı sinemada Hollywood filmi izler, en kötüsü uyuruz diye giriyoruz bir sinemaya. The Expendables filmi oynuyor ve film Hintçe dublajlı. Oyle Sylvester Stallone’u, Arnold’u filan Hintçe konuşurken izlerken bayağı eğleniyoruz. İşin komiği, filmde İngilizce altyazı da yok ve tek kelime Hintçe bilmeden tüm filmi başından sonuna gayet rahat anlıyoruz; aksiyon filmlerinin dayanılmaz hafifliği:)
Sinema faslı da bitiyor, trenimizin kalkmasına hala 6-7 saat var. Hava kararmış, yorgunluğun üstüne -2 derecede klimayı da yiyince ben kendimi hasta hissetmeye başladım, tek istediğim bir yere kıvrılıp uyumak. Tren istasyonuna gidip bir sandalye, bank filan bulup üzerine tüneyerek geçirmek istiyoruz geri kalan saatleri. Ama istasyonda boş sandalye, bank ne gezer. Büyük konuşmamak lazımmış,bir kez daha anlıyorum. Hindistan’a ilk geldiğimden beri tren ve otobüs garlarında hep gördüğüm ve “ıyyy, nasıl yatıyorlar o pis yerlerde” dediğim yerde uzanıp yatmış olan kadınların yanına seriyorum bir güzel montumu, eşarbımı, uzanıyorum ben de. İstasyonun parlak florans ışıkları altında bir kaç saat kestirebilmek için gözlerimi kapatmadan önce yanıma çökmüş olan Til’e bakıp “This is the worst night of my life” diyorum, o ilk Delhi günümüzde bir otel odasının duvarında gördüğümüz turist yazısına atıfta bulunarak. Gülüyoruz. Uzun süreli ve sırt çantalı seyahatleri kurtarabilecek tek strateji buymuş zaten gezi boyunca ögreneceğim gibi, gün ne kadar zorlu geçerse geçsin sonunda dalga geçip gülebilecek birşeyler bulmak.
Neyse ki tren fazla rötar yapmadan geliyor ve sonunda kendimizi Amritsar trenindeki yataklarımıza atıyoruz. 14 saat sürecek olan bu yolculuk boyunca gözümü bile açmadan uyumak istiyorum sadece…

Tren istasyonunda yerde yatarken, yanımda uzanmış olan bu köpecikle kim daha mutsuz yarışması yapıyoruz
Hindistan Günlükleri kategorisindeki diğer yazılara ulaşmak için tıklayın!