08 – 10.05.2012
Geçen yazıda kaldığımız yer olan kamyonet-taksi arkasında yarım saatlik harika yol manzaralı bir yolculuktan sonra ilk büyükçe kasaba olan Nu Hin’de taksiden iniyoruz. Buradan ana yola çıkıp bir otobüs çevirmeye karar veriyoruz. Yol arkadaşlarımız olan 4 kişilik genç sırtçantalı grubu çok eğlenceli ve sevimli bir grup. Bir yandan gencecik halleriyle liseyi bitirir bitirmez yollara düşmüş olmalarına hayranlıkla karışık bir saygıyla bakıyorum. Bir yandan da o kadar şaşkın ve kaybolmuş (aslında belki de umursamaz) bir halleri var ki… Nereye gideceklerini soruyoruz, onların da Laos’taki son durakları 4 Bin Adalar. Ama öncesinde Savannakhet şehrinde bir iki gün mola vereceklerini söylüyorlar. En azından yönümüz aynı nasıl olsa deyip birlikte bir otobüs çevirmeye karar veriyoruz. Yol kenarında bir bakkal dükkanı sahibine derdimizi anlatmaya çalışıyoruz, 4 Bin Adalar’a direk giden ya da en azından büyük bir otobüs garının olduğu bir sonraki şehir olan Tha Kaek’e varmamızı sağlayacak bir otobüs geçer mi buralardan? Tam da o anda bir otobüs beliriyor karşıdan, dükkan sahibi ayaklanıp bir iki el sallıyor, otobüs önümüzde duruyor. “Four Thousand Islands? Tha Khaek?” diye soruyoruz, hepsine “yes, yes” diyor muavin, tam olarak nereye gittiği belli değil. Olsun, en azından yola devam etmiş oluruz diyerek otobüse meylediyoruz ama bir de bakıyoruz ki otobüs dolu, yeni binen yolculara yine ortadaki plastik sandalyeler kalmış. Grup arkadaşlarımız “Çok dolu yahu, biz sığmayız buralara” diyerek (bu arada herbiri Avusturalya ve Kanada’nın sulak yerlerinde yetişmiş boylu poslu çocuklar) binmiyorlar otobüse. Biz önce biniyoruz, hatta plastik sandalyelere çöküyoruz ama sonra içimize bir kurt düşüyor, ya ta 4 Bin Adalar’a kadar 10 küsür saatlik yolculuğu böyle geçirmek zorunda kalırsak diye. Otobüs tam hareket etmek üzereyken “Durun, durun, vazgeçtik biz” diye kendimizi dışarı atıyoruz ve hala yol kenarında etrafa bakınmakta olan arkadaşlarımızın yanına dönüyoruz.
Bu arada öğleden sonra olmuş, karnımız acıkmış, yollarda bir daha ne zaman yemek buluruz belli değil diyerek bir öğle yemeği yemeye karar veriyoruz hep birlikte. Bu kararsız turist grubunu şaşkın şaşkın izlemekte olan dükkan sahibinin yanına dönüp “Biz otobüs çevirmekten vazgeçtik, yemek yemeye karar verdik, nerede bir restoran bulabiliriz” diye soruyoruz. Yolun biraz ilerisini işaret ediyor. Yolun biraz ilerisinde terk edilmiş gibi görünen bir baraka ve önünde bir kaç masa sandalye var. Önünde durup içeri sesleniyoruz, içeriden üç tane Lao’lu bayan koşup geliyor. Bir tanesi çok az İngilizce konuşuyor, menüyü sorunca gülüyorlar. Biz de bunun ne boş bir soru olduğunu farkedip kendi kendimize gülüyoruz. Anladığımız kadarıyla içinde ne olduğu belirsiz bir makarna çorbası ya da pirinç yanına tuhaf görünüşlü kızarmış etler (ne eti olduğunu anlamadık) şeklinde iki seçenek var. Bari makarna çorbası olsun diyoruz. Ve biraz sonra önümüze Güney Asya seyahati boyunca karşılaştığımız tek ve yegane kötü (ama cidden kötü) yemek geliyor. Çorbanın içinde yüzen et parçalarının ne olduğunu anlamak mümkün değil, tadı çok kötü, makarnalar ise bakkallarda satılan hazır makarnadan yapılmış. Bir iki kaşıktan fazlasını kaldıramıyorum, sonrasında bir gün aç kalmak pahasına.
Bu arada lokantaya oranın köylüsü olduğu anlaşılan genç bir adam geliyor. Adam mutfakta pişen yemekten yemek yerine, bir tane hazır makarna paketi satın alıp sıcak suya karıştırınca bir kez daha önümüze gelen yemeği yemememiz gerektiğini anlıyoruz 🙂 Bu genç adam bir süre yemeğini yedikten sonra yanımıza yanaşıp nereye gideceğimizi soruyor. Savannakhet ve 4 Bin Adalar deyince de kendisini takip etmemizi söylüyor ve az ileride beklemekte olan bir otobüsü işaret ediyor. Niye bir anda şüpheciliğimiz tutuyor hepimizin bilmem ama adama bizi kazıklamaya çalışan uyanık turist avcısı muamelesi yapıyoruz, “hayır, Tha Khaek’teki ana otobüs garına gidip, oradan biletle otobüse bineceğiz” diyoruz. Adamcağız biraz daha birşeyler anlatmaya uğraşıyor, tam anlaşamıyoruz, sonra gidiyor. Biraz sonra biz de yoldan bir tuk-tuk taksi çevirip bizi Tha Khaek’e götürmesini istiyoruz. 15 dakikaya varmadan otobüs garındayız, hemen gişeye koşuyoruz. Gişe görevlisi dolmakta olan bir otobüsü gösterip biraz sonra hareket edeceğini ve direk 4 Bin Adalar’a gittiğini söylüyor. Hemen otobüse atıyoruz kendimizi ve şansımıza boş kalmış olan son iki koltuğu kapıyoruz. Grubumuzun gençleri ise Tha Khaek’te gecelesek mi direk yola devam mı etsek diye kısa bir kararsızlık yaşadıkları için zaman kaybedip otobüsteki orta sandalyelerine kalıyorlar. Otobüs kalkana kadar bir süre inip, tekrar binip, biletleri geri verip, sonra geri alıp son anda otobüs hareket etmişken atıyorlar kendilerini otobüse yine. Böylece bu genç sırtçantalı arkadaşlarımızla yol arkadaşlığımız bir süre daha, onlar yol üzerindeki Savannakhet’te inene dek devam edecek gibi görünüyor. Bu arada otobüsün muavini tanıdık bir yüz: Bir kaç saat önce yemek yediğimiz restoranda yanımıza gelip bize yardım etmeye, otobüse götürmeye çalışan adam. Adamcağız doğru söylüyormuş ve onu takip edip o anda otobüse binseymişiz hepimiz en kralından koltukları kapacakmışız meğer.
Otobüs tam zamanında hareket etti diye sevinirken yarım saat sonra yol kenarında pat diye duruyor. Anladığımız kadarıyla üst kısma yüklenen pek çok bavul, paket ve malzeme ağır gelip düşmüşler. Tekrar yüklenmeleri bir saati buluyor. Karnımız aç ama etrafta hiçbir kafe ya da lokanta yok. Bir bakkal dükkanı bulup bisküvi ve cips alıyoruz, akşam yemeği niyetine. Otobüs tekrar hareket ediyor, gece ve uyku bastırıyor. Bizim için hava hoş ama koridordaki minicik plastik sandalyeler üzerine tüneyip diğer yolcuların arasına sıkışmış gençlerin halleri çok acıklı. Gerçi artık sinirlerimiz gevşemiş olmalı ki onlar da biz de sürekli olarak gülüp duruyoruz. Üç-dört saat sonra bir iki yolcu iniyor da bizim gençler de uyuyacak birer koltuk buluyorlar kendilerine. Sabaha doğru bir ara bir mola yerinde uyanıyoruz. Savannakhet çoktan geride kalmış, 4 Bin Adalar’a giden yol üzerindeyiz. Arkada uyumakta olan bizim sırtçantalıları görünce gülüyoruz, yine karar değiştirip bizimle birlikte 4 Bin Adalar’a kadar devam etmeye karar vermişler anlaşılan.
Sabah erkenden otobüs son durağa vardığını belirten bir hamleyle duruyor. Otobüste bir tek bizim grup kalmış zaten. Ama durduğumuz yer bir otobüs garı filan değil, yol üstünde duruyoruz. İnip çantaları bagajdan alırken şöföre soruyoruz, 4 Bin Adalar’a giden botların kalktığı köy yolu kavşağında olduğumuzu söylüyor. Bir taksi bulup bizi botlara götürmesini istiyoruz, 5 dakika sonra limandayız.
4 Bin Adalar (Four Thousand Islands ya da Si Phan Don) Laos’un güneyinde Mekong Irmağı’nın iyice genişleyip yavaşladığı bir bölgedeki irili ufaklı takımadalara verilen isim. En büyükleri Don Khong, en turistikleri ise Don Khon ve Don Det. Bu iki adada, deniz ortasındaki keşfedilmemiş tropik ada resminde hayal edebileceğiniz herşey var: Palmiye ağaçları, yeşil köyler, bungalovların önünde tembel tembel sallanan hamaklar, hatta kumsal. Ama deniz yok 🙂 Yerine ırmak var. Ben kumsal olan bir yerde suya girdim ama o ılık ve dibi görünmeyen sudan huylanıp çabucak çıktım. Yani yüzmek için bana uymadı pek. Ama özellikle Don Det adasında tubing veya kayıkla çeşitli su aktiviteleri ve rafting yapılıyor. Don Det Adası genelde parti yapmak, diğer turistlerle sosyalleşmek isteyenlerin tercihiymiş diye duyduk. Don Khon ise biraz daha sakin, kendi halinde. Sakin ada ihtiyacımız ağır bastığı için biz Don Khon’u seçtik.
Grup arkadaşlarımızla son bir yolculuğa daha çıkıyoruz. Limandan hareket eden motorlu botlardan birini kiralıyoruz. Gençler tabii ki parti adası olan Don Det’e gidecekler. Motor önce onları Don Det’e bırakıyor. Tekrar karşılacağımızdan öyle eminiz ki veda bile etmiyor, “Görüşürüz” diye ayrılıyoruz 🙂 Don Kohn’a vardığımızda ilk iş bir bungalov bulup yerleşmek oluyor. Lonely Planet’ta tavsiye edilen Mr. Pan’ın pansiyonunun hemen yanında henüz rehberlere girememiş olduğundan daha ucuz fiyat veren güzelce bir bungalov grubu var. Burada ırmağa sıfır, teraslı ve hamaklı, hatta klimalı bir bungalov kiralıyoruz, geceliği sadece 5 Euro’ya. Biraz pazarlık etmek gerekiyor ama ölü sezon olduğu için fiyatları mutlaka düşeceklerini biliyoruz, bu yüzden rahatız pazarlıkta.
4 Bin Adalar’da bisikletle etrafı turlamak, bir iki şelaleyi ziyaret etmek, bol bol yiyip içmek ve hamakta tembellik yapmaktan başka yapılacak fazla şey yok. Don Khon ve Don Det arasında bir köprü var, öbür tarafa geçmek için günlük 2 Euro’luk köprü ücreti ödemeniz gerekiyor. Adaların ikisini de bisikletle yarım günde rahat rahat dolaşıp bitirebilirsiniz. Bisikletle ada turları yapmanın yanısıra adalarda mevcut iki adet şelaleyi (Tat Somphamit ve Khone Phapheng) ziyaret edebilir ya da bir botla Mekong’a açılıp nesli tükenmekte olan Irrawaddy tatlı su yunuslarını görebilirsiniz. Biz şelalelerden pek etkilenmedik ama bir balıkçı teknesi kiralayarak çıktığımız yunus gözlem turu oldukça güzeldi. Don Khon’daki nehir kumsalının oradan bir kaptan ile bir saatlik tur için anlaştık. 10 dakika boyunca nehirde ilerledikten sonra Mekong’un genişleyerek derinleştiği bir noktada kaptan durdu ve bizi bir kayalığın üzerine çıkarttı. Uzakta bir yerleri göstererek yunusların hep o noktalarda göründüğünü, bir müddet burada oturup gözlem yapmamızı söyledi. Sonra da “Ben kıyıya gidip benzin alayım biraz” diye gözden kayboldu. Nehrin ortasında bu kaya parçası üzerinde kalır mıyız bir de, adam geri dönmezse diye düşünürken uzakta hareket eden birşeyler farkettik ve dikkatli bakınca bunların meşhur tatlı su yunusları olduğunu gördük. Yarım saat kadar orada oturup, hoplayıp zıplayan yunusları seyrettik. Ama çok uzaktan, neredeyse nokta gibi görünüyorlar malesef. Daha yakınlarına yaklaşmak da yasaklanmış, türlerini korumak, korkutup kaçırmamak için, bu yüzden anca böyle uzaktan görüp fotoğraf çekilebiliyor.
Don Khon Adası’nda ne yenilir ne içilir derseniz, bungalovların sıralandığı sahil şeridi boyunca birbirininin benzeri restoran ve kafeler de sıralanmış durumda. Pan’s Restoran’ın yemekleri oldukça lezzetli. Bir de eskiden Bamboo Restoran olan sahil restoranı kapanmış ve onun yerine lüks bir otel ve restoranı açılmış. Biz rehberde tavsiye edilen Bamboo’yu ararken burayı bulduk. Fiyatlar biraz daha pahalı ama Laos’taki en lezzetli muz kabuğuna sarılı balık körisini yedim burada.
Son olarak belirtmeden geçmeyelim: Olur da doğum gününüz benim gibi 4 Bin Adalar’a denk gelirse, doğum günü pastası beklentinizi yüksek tutmayın derim. Til, bana daha sonra anlattığına göre doğum günümün sabahında sürpriz doğum günü keki ya da pastası ayarlamak istemiş. Kaldığımız pansiyonun görevlisi tüm adalar grubunda pasta ve kek pişiren tek bir aşçı olduğunu söylemiş, Mr. Oy. Birlikte bir kaç kez Mr. Oy’u telefonla arayıp ulaşamamışlar. Son aramalarında telefona başka biri çıkmış ve “Mr. Oy dün gece içkiyi çok kaçırdı, bugün pasta pişiremeyecek” deyip kapatmış 🙂 Biz de pasta bulamazsak yapışkan pirinçli mango yeriz dedik ve Asya usülü bir doğum günü kutlaması yaptık.
Belirtmeden geçemeyeceğim son bir şey daha (bu kez cidden son), Güneydoğu Asya seyahatimizin en yaratıcı turist tişörtlerinden birine burada rastladık: “Been there, Don Det”. Diğer bir tanesi de Siem Reap’teki “Angkor What?” oldu. “Same Same but Different” tişörtleriyle dolaşanlara da artık kıro turist muamelesi yapılıyor bilesiniz, almayın aldırmayın!
Laos’a hoşçakal deme zamanı geldi artık. Bir sonraki durağımız Kamboçya’daki Siem Reap şehri ve meşhur Angkor Tapınakları…
tebrikler
sayenizde okuyarak gezdim çok hoş
Tesekkurler İsmail Bey, ben de yazarken bir kez daha gezmis gibi oluyorum oralari 🙂
Sevgiler
Tv’de Nehir adli filmi seyrederken Don Khon’da geçen sahneye rastladım ve hemen Google’dim. Çünkü 2017 de Kamboçya seyahatim olmuştu onun etkisiyle yazınızı sanki seyahat etmis gibi okudum. Tam da benim seyahatimde ve karşımdaki filmdeki gibiydu her şey:) emeğinize sağlık Tebrikler 🙌
Ne güzel bunlari duymak 🙂 Cok tesekkürler!
Yazının anafikri “yerlilere ve muavinlere güvenin!” 🙂
Eğlenceli ve dinlendirici görünüyor.
Kesinlikle 🙂 Zaten bu tecrubeden sonra yerli halktan kim ne dese pesine takildik direk 🙂