Konuk Yazar: Ceren Aydın
Bu hafta sonu Sabancı Müzesi’ne gittim ve hayatım değişti… (bakınız: Orhan Pamuk – Yeni Hayat – Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti yazdığı meşhur ilk cümle)
Sabancı Müzesi’nde ( ya da SSM’de) ne vardı derseniz Anish Kapoor vardı. Kendisini açıkçası Türkiye’ye gelmeden önce duymamıştım, ama okudum, çok büyük boyutlu heykeller yaptığını öğrendim ve merak ettim. Bir türlü gidemedim, ta ki 28 Aralığa kadar. Gittim, gördüm, etkilendim. Heykelleri ve enstalasyonları fotoğrafladım, ama tabi ki gerçeklerini görmek kadar etkileyici değil. Umarım sizin de ilginizi çeker.
Öncelikle aslında yolum Anish Kapoor’la yaklaşık 3 yıl önce kesişmiş, hem de dünyanın öbür ucunda Chicago’da. Chicago yazımı okuyanlar belki hatırlar, Millenium Park’ta “TheBean” takma adıyla şehrin simgesi haline gelmiş büyük bir heykel var, CloudGate, ben de bol bol fotoğrafını çekmiş, çok beğendiğimi sizinle paylaşmıştım, meğer bu heykel Anish Kapoor’unmuş.
Chicago yazısı için: https://seyahatgunlukleri.com/2012/07/23/macera-dolu-amerika-5-araba-turu-nam-i-diger-road-trippin/
AnishKapor zaten genelde büyük, çok büyük heykelleri ve aynaları ile tanınıyor. Eserleri herkesin yorumuna açık, herkes kendine göre farklı farklı yorumlayabiliyor. İşte bunlar hep modern sanat 🙂
Müze girişinde duruyor bu devasa ayna.
Değeri 1.3 milyon sterlin. Her yöne göre değişiyor, gökyüzünden gelen ışığı alıp aynanın açısını da kullanarak değiştiriyor.
Tonlarca gelen bu eserlerin taşınması ve lojistiği de aylar sürüyormuş çoğu zaman.
Bunlar heykellerdi, şimdi de biraz daha deneysel çalışmalardan örnekler vermek istiyorum:
Şimdi vaouv adam bildiğin delik yapmış, sonra bunu boyamış, olmuş sana sanat, bu mudur yani diyenler olabilir. Buna diyecek bir lafım yok, çünkü sanat insanın hissettiğidir, sonuçta yoruma açıktır. Ancak o deliğin içine baktıkça boşluk duygusu sizi sarıp sarmalıyor, içiniz bir ürperiyor, böyle uzun uzun o boşluğa bakar buluyorsunuz kendinizi. En azından bana öyle oldu.
Ya da bu adamın muhteşem çalışmaları var, ama gitmişler en basit eserlerini getirmişler diyenler de olabilir. Buna da ancak şunu diyebilirim, Picasso, Frida, Dali sergilerinde de benzer durumlar oldu, birinci sergide ortama, ilgiye baktılar, ikinci sergide daha da özeneceklerdir diye umuyorum, tabi artık bu 10 yıl sonra mı olur, 20 yıl sonra mı olur bilemem, ama bir başlangıçtır. Sonuçta bu adam İngiltere’de eserleri 1.8 milyon kişi tarafından görülen, 2012 Londra Olimpiyatlarında eseri sergilenen bir adamdır, sırf saygıdan bile gidilir, değil mi?
Biraz da Anish Kapoor’dan bahsetmek istiyorum. Kendisi 1954 doğumlu, Hint asıllı, İngiltere’de yaşıyor ve çok seviliyor. Kraliyet Akademisi ona zamanında bütün bir galeri vermiş eserlerini sergilemesi için ki bu tarihinde ilk defa olan bir durummuş, daha önce hiçbir sanatçıya böyle bir onur verilmemiş.
Sanat okulundan sonra vatanına ve köklerine dönmek için gittiği Hindistan’da boya pigmentleriyle tanışmış ve cidden özünü bulmuş. Kendisi bunu pigment- shapeeffect olarak tanımlıyor. Daha 30 yaşındayken Venedik Bienali’nde İngiltere’yi temsil etmiş, sonrasında zaten dur durak bilmemiş. Eserlerin biçimleri ve yarattıkları hissiyet dolayısıyla herkes onu kadın zannediyormuş ilk başta, gurur duydum diyor. Zaten anladığım kadarıyla çok alçak gönüllü bir kişi.
Kendisi mükemmeliyetçi biri, tonlarca ağırlıkta eserleri var, eserlerin nakliyesi özel vinçler vs gerektirecek şekilde. Sabancı Müzesi onun için baştan yaratılmış neredeyse. 32 eser 9 tırla getirilmiş, 4 vinç çalışmış.
Gençliğinde başladığı ve 15 yıl devam eden psikanaliz sürecinin de karakterini ve sanatını betimlemekte çok önemli olduğunu anlatıyor. Heykel materyal işidir, ama kimse bilmez ki materyal çok hassastır demiştir. Amacım heykeli görenlerin bir yolculuk etmesini sağlamaktır demiş. Sadece gözü değil, duyguları da harekete geçirmek istediğini vurgulamış. Eserlerine dördüncü bir boyut olarak zaman boyutunu da eklediğini, zamanın sürekliliğini eserlerine yansıtmaya çalıştığını anlatmış, ama önemli olan eseri yaratırken benim ne düşündüğüm değil, izleyicinin tepkisi demiş.
Eserleri için dört sıfattan bahsediliyor: Baştan çıkarıcı – Değişken – Kafa karıştırıcı – Yaratıcı
Bunları nerden duydun derseniz sergiden sonra kendisi ile ilgili belgesellerin olduğu bölümde biraz vakit geçirmenizi öneririm. 50’şer dakikalık 3 belgesel var. Orada eserlerin boyutları ve kendisi hakkında daha detaylı bilgi sahibi oluyorsunuz. Mesela yine o belgesellerin birinde gördüm, Yeni Zelanda’da sahilde yerleştirdiği bir heykel var ki, ben belgeselde gördüğüm zaman inanamadım, kim bilir gerçeğini görmek nasıldır, 42 ton ağırlığında iki adet devasa kırmızı elips, toprağın içine gömülmüş, çevreyle uyumlu, rüzgarın içinden geçeceği…
Buradan detaylı fotoğraf ve bilgi bulabilirsiniz:
http://fabricarchitecturemag.com/articles/0110_sk_sculpture.html
Sarı isimli çalışması bütün bir duvar boyutunda, müzedeki en etkileyici eserlerden biri. Kraliyet Akademisi’nde de sergilenmiş.
Hakkında bir alıntı: “6 m2’lik cam yününden oluşan diskle yapılmış ve 12 kat sarı boyayla kaplanmış. Yaklaştığınızda sadece düz bir duvar değil, ayrıca bir içbükey olduğunu anlıyorsunuz. Ve üç boyutlu bir boşluk görüyorsunuz. İç boşlukla beraber insana hiçliği de düşündürüyor.”
Bu sarının içinde kaybolunmaz mı soruyorum size…
Sergi şubata kadar uzatılmış. Giriş 15 TL, öğrenci 7 TL, Çarşamba günleri ücretsiz. Gidemediyseniz gidin görün derim.
http://anishkapooristanbulda.com/
Herkese mutlu yıllar, sonraki yazılarda görüşmek üzere…
Yazan: Ceren Aydın (Twitter: @Cerenayayay)