Konuk Yazar: Ceren Aydın
Herkese merhaba,
11-16 Temmuz arasını herkesin gitmek istediği İskoçya’da geçirdik sevgili okuyucular. Kısaca özetleyecek olursam ilk 2 gün Edinburgh, 3. Gün Edinburgh çevresi, 4.gün Highlands bölgesi, Inverness, Loch Ness Gölü ve civarı şeklinde geçti. Bristol’dan Edinburgh arabayla 8 saat sürdüğü ve üstüne 4 saat de Highland bölgesine gitmek sürdüğü için dönüşte 12 saat araba yolculuğu yapmak istemedik ve İngiltere’nin meşhur Cumbria- Göller Bölgesi denen yerinde Pennruddock’ta bir gece mola verdik. Bu 5 günlük geziyi 4 yazı olarak anlatacağım, ilk yazı Edinburgh, ikinci çevresi, üçüncü Highlands ve dördüncü yazı da Lake District olacak.

Genel olarak rotamız – Bu arada bu rotada 5 günde toplam 100 poundluk benzin harcadık, arabada da 4 kişi olduğumuz düşünülürse uçak alternatifine gore daha ekonomik oldu.
Bu arada İskoçya’da iki büyük şehir var, Edinburg ve Glasgow. Edinburgh başkent. Biz de ikisine de gidip gitmemek konusunda kararsız kaldık ama Glasgow daha yeni bir şehir ve tarihi dokusu çok yok diye okuyunca gittmekten vazgeçtik, eğer sizin vaktiniz varsa gidin derim, sonuçta ikisi arası bir saat sürüyor.
Gelelim Edinburgh’a. İngilizler Edinbıra diye telaffuz ediyorlar duyunca şaşırmayın. İskoçya genel olarak İngiltere’den de yağmurlu ve çok rüzgarlı, biz büyük bir sürpriz yaşadık ve 5 günge sadece iki defa yağmur yedik, geri kalan zamana hep güneşliydi hava 🙂 Bunun dışında İskoç poundu var ama İngilitere parası da her yerde geçiyor, İngitere ile de aynı zaman diliminde.
Gece de the Mansion Group isimli bir otelde kaldık, aslında tam otel diyemem çünkü öğrenci evi gibiydi, kendi banyosu var ama ortak mutfak var, ama gecelik 2 kişi oda başı 50 pound gibi bir rakama geldi ki İskoçya pahalı bir ülke, bu rakam uygun oluyor. Merkeze 30 dakika yürüme mesafesinde, ya da 8 numaralı otobüsle merkeze gidebiliyorsunuz, hemen yakınında Tesco var, böylece kahvaltıyı da halledebilirsiniz. Biz rezervasyonu booking.com üzerinden yaptık.
Bu arada yine Edinburgh’a bizim gibi güneyden ve arabayla gelenler için 60-70 mil geriden başlayan scenic route’u tercih etmelerini öneririm, Moffat ve Broughton kasabasından geçen, adı üstüne, otoyol değil de manzaralı bir yoldan gelmiş oluyorsunuz.

Edinburgh Royal Mile – St. Giles Katedrali
İlk gün zaten Edinburg’a öğleden sonra varmıştık, vakit kaybetmeden hemen kendimizi en kalabalık ve en turistik sokak olan Royal mile’a attık. Burası 2 kilometrelik bir yol, yolun bir ucunda Edinburgh Castle, diğer ucunda Hollyrood Palace, ortasında da St. Giles Katedrali var. St. Giles Katedraline mutlaka girin, içi çok güzel. Bu yolda bir aşağı bir yukarı yürürken gayda çalan sokak sanatçıları, restoranlar, İskoçya’nın simgesi kiltlerden ve ekose kumaştan yapılmış bir sürü aksesuar bulabileceğiniz yerler var. Burası şehrin old town bölgesi. Şehir Unesco dünya mirası listesinde.
Şehirde bir sürü müze de var, benim fırsatım olmadı ama tam merkezdeki National Gallery çok içimde kaldı, bir dahaki sefere gidilecekler listemde.
Buradan bir sokak aşağı indiğinizde de şehrin New town denen bölgesine ulaşıyorsunuz. Burada da Princess Street, Rose Street ve George Street gezmesi eğlenceli olan yerler. Biraz daha lüks restoranların ve dükkanların olduğu bir bölge. Eski kısım ağırlıklı 14-16. yüzyıllar arasında, yeni kısım ise 18. yy sonlarından itibaren kurulmuş. Arada ise tren istasyonu bulunuyor. Eski kısımlarda o zamanın cam ve ısıtma maliyetinden dolayı evler daha küçük camlı, daha karanlık.
Haritadan da görebileceğiniz gibi old town ve new town biraz iç içe geçmiş durumda.
Rose Street üzerinde Mussel Inn restaurant midye meraklılarını tatmin edecek gibi görünüyordu. George Street üzerindeki Hard Rock Cafe de çok popülerdi. Biz ise yine Rose Street üzerindeki Nicholson’s pubda yedik yemeğimizi. Eski publara bir sempatim var benim, bu da 1873’den kalmaymış. Bu arada ben işi biraz ileri götürdüm, İskoçların yerel yemeği haggis yedim. Tarifi çok mide bulandırıcıydı, biraz bizim kokoreçin yandan yemişi ve köfte haline getirilip haşlanmışı, ama bir daha nerde yiyeceğim deyip yedim, kesinlikle kötü değildi, pişman değilim 🙂

Haggis

The Dome
Yine George Street üzerindeki The Dome’a da mutlaka uğrayın derim. Çok pahalı bir bar, ama adı üstünde içindeki kubbesi kesinlikle görmeye değer. Biz hatta bir şeyler de içelim diye düsünmüştük ama ne yazık ki yer yoktu. Burası 1700’lü yıllarda okul olarak planlanmış, ama sonra borca girmiş okul ve burayı İskoçya Ticaret Bankası’na satmak zoruna kalmış. Sonra da 1993 yılında banka da binayı satmış ve bar haline gelmiş.
Biraz İskoçya tarihinden de bahsedeyim bu arada. İskoçya resmi olarak Birleşik Krallık’a bağlı, ama siyasi olarak ayrılmak için yeni referendum yaptılar, red çıktı, gerçi sonra genel seçimler oldu, İskoç Ulusal Partisi rekor sayıda sandalye çıkardı, her şey yolunda görünüyor şu an. Tabi Mel Gibson’un meşhur William Wallace karakterini canlandırdığı Braveheart filmini hatırlarsınız, bir zamanlar (1200’lerin sonu, 1300’lerin başı) İngilizler İskoç kralının varisliğini destekleyeceğiz diye gelip kendileri tahta çıkınca bu abimiz de İskoçlar bağımsız olmalıdır demiş ve kahramanca savaşmış. Sonuç hicran tabi.
Kilt de aslen 1700’lü yıllarda bir işverenin işçilere dağıttığı bir çeşit üniformaymış. Fakir iskoçlar da bunu benimsemişler, gece üstlerine attıkları battaniyeyi sabah üstlerine atıp kullanmaya başlamışlar. Şimdi aristokrasi simgesi, her soy kendi tartan denen desenini kullanıyor. Bu arada her biri bir set, yaklaşık 200 pound civarında satılıyor, süslü çorapları var, ayakkabıları var, bellerin astıkları çantaları var vs. Bu arada ekose de fransızca ecosse’dan geliyormuş, İskoçya demekmiş.
Gece de gidilebilecek bir sürü yer var, İskoçlar içkiyi ve eğlenmeyi seviyorlar, burası da gençlerin üniversite olması dolayısıyla yoğunlukta olduğu bir bölge. Edinburgh Üniversitesinden bir çok ünlü mezun olmuş, telefonun mucidi Alexander Graham Bell, penisilinin mucidi Alexander Fleming ve Sherlock Holmes karakterinin yaratıcısı Sir Arthur Conan Doyle dahil.
Özellikle Cowgate diye geçen bölge (ünlü Trainspotting filminin de bir kaç sahnesi burda geçiyor) ve hemen yakınındaki ve yukarıdaki fotoğraftaki Grassmarket bölgesi gece mekanları. Grassmarket’ta küfelik olanları bisikletli tuktuk benzeri araçlarla taşıyorlar. Turistik olarak gezebilirsiniz de tabi. Benim hoşuma giden mekanlar Brewdog, Three Sisters, Last Drop, The Other Place, White Hart Inn.
Bu bölgede bir de Greyfriars Bobby isimli bir küçük köpek heykeli var, bu köpek sahibi öldükten sonra 14 yıl sahibini o noktada beklemiş, sonra da köpeğin heykelini yapmışlar. Birinci günümiz de böylece bitti.
İkinci gün sabahı kendimize ücretsiz yürüyüş turu bulmuştuk, o bölgeyi gezdiren, ama sonra turu kaçırdık 🙂 Yine de rehberli gezmek için güzel bir alternatif olabilir.
http://www.newedinburghtours.com/daily-tours/new-edinburgh-free-tour.html
Biz de madem öyle kaleye gidelim dedik. Bu arada kalenin hemen girişinde Camera Obscura ve World of Illusions denen bir müze var, kendinizi yamuk yumuk, çok büyük çok küçük görebileceğiniz aynalar vs ve daha bir sürü şey var, giriş 12 pound.
Bir de tabi İskoçya denince viskisiz olmaz, yine kalenin hemen yanında The Scotch Whiskey Experience var, Silver Toru, Gold Tour vb. Farklı farklı turlar alıp viski tadımı yapabiliyorsunuz. Fiyatlara web sitesinden bakıp karar verebilirsiniz, biz Edinburgh- Inverness yolunda yolumuz üzerindeki whiskey distillery denen üretim yerlerine gideriz diye karar vermiştik, ama eğer bizim gibi fırsatınız yoksa ve viski seviyorsanız denenebilir.
www.scotchwhiskyexperience.co.uk
Edinburgh Kalesi gerçekten güzelmiş, ama gezmesi 2-3 saat sürüyor ve hafta sonları kalabalık oluyor, girişi de yanlış hatırlamıyorsam 16 pound gibi bir rakamdı, başka şeyler yapalım diye düşünerek girmekten vazgeçtik. Nisan-Eylül arası 9.30-18.00, Ekim-Mart arası 9.30-17.00 arası açık. Son giriş kapanış saatinden bir saat önce.
http://www.edinburghcastle.gov.uk/

Edinburgh Castle
Kalenin önünde gördüğünüz gibi konser ve aktivite için bir alan var, burada Military Tattoo dedikleri bir şov yapıyorlar. 7-29 Ağustos arası oluyor, çok güzelmiş, ama tabi bizim gittiğimiz zaman yoktu.
Bu arada Ağustos ayı aynı zamanda Edinburg’un meşhur Fringe Festival zamanı, bir sanat ve tiyatro festivali, o zaman değil kalacak yer bulmak, sokaklarda yürümek bile zorlaşıyormuş. Belki bir dahaki sefere…
Prıincess Street Gardens gezmesi çok güzel bir yer, kale yukarıda, Castle Rock volkanik oluşumunun üzerine 12. Yüzyılda inşa edilmeye başlanmış.
Edinburgh bir de hayaletleriyle ünlü, akşamları en çok yapılan iki turistik aktivite var, biri hayalet turu, biri de pub crawl denen bir sürü pub’ın gezildiği turlar.
Bir de yine zindan meraklıları varsa Edinburg Dungeon size bekliyor.

Victoria Street
Royal Mile’ın ara sokağındaki Victoria Street çok güzel bir sokak. Yine o bölge yakınlarındaki The Elephant House Harry Potter sevenler için mutlaka gidilip görülmesi gereken bir yer, çünkü J.K. Rowling parasız dönemlerinde Harry Potter’ı bu kafede yazmaya başlamış, hatta fikri ilk bir peçeteye yazmış.

Elephant House önünde bir Haryy Potter hayranı 🙂
Rowling’in bir çok esin noktasına Edinburg’da rastlamak mümkün, mesela Hogwarts fikrini o bölgede aristokrat ve zengin çocukların gittiği George Harriet’s School’dan almış, Tom Riddle ismini de Greyfirars Kirk Mezarlığında gezinirken bir mezar taşında gördüğünü söylemiş.
Royal Mile’ın sonuna doğru önerebileceğim iki yer var, biri ben Türk yemeği isterim diyenlere, Truva Cafe, yemekleri güzelmiş, diğeri de domuz eti sevenlere. Oink diye bir yer var, hog roast dedikleri eti uzun saatleri pişirip yumuşacık yaptıkları sandviçleri satıyorlar, aslında iki taneler bunlar, biri Victoria Street üzerinde, diğeri Cannongate denen bölgede, Royal mile’ın diğer ucunda, 5 pounda gayet doyurucu.
Cannongate denen bölgede İskoçya parlementosu da var, bir de The World’s End pub’ını önerebilirim.

Hollyroad Palace – Kraliyet ailesinin kaldığı yer – kendileri orada değilse gezebiliyorsunuz.
Biz sarayda da fazla oyalanmadan Arthur’s Seat denen tepeye tırmanmaya gittik, kendine güvenenlere, 40-50 dakika kadar tırmanıyorsunuz ama sonundaki Edinburgh manzarasına da değiyor.

Arthur’s seat yolu

Tepeden Edinburgh manzarası
Bizim bir sonraki durağımız buraya bir saat yürüyüş mesafesindeki Water of Leigh yürüyüş yolu oldu. Şehrin içinde değil de bambaşka bir yerde gibi hissediyorsunuz birden kendinizi.

Water Of Leigh – Dean Gardens – Edinburg’da cennet
Gece mekan olarak Chambers Street’teki Jazz Bar’a gittik, canlı müzik vardı, hatta üç grubu birden birer saat dinleme fırsatımız oldu, normalde giriş 5 pound, ama saat 7’den once girerseniz ücretsiz.
Yine rock müzik olarak da oraya çok yakın olan Whistle Winkies aklımızdaydı, ama yorgunluktan gidemedik, onu da bir sonraki sefere bıraktık.
Benden şimdilik bu kadar. Devamı gelecek.
Herkese iyi gezmeler..
Twitter: @cerenayayay
Instagram: gezcerengez
Geri bildirim: İskoçya 2: Edinburgh Çevresi – North Berwick – Glenkinche Distillery – The Kelpies | Seyahat Günlükleri
Evler aynı Hollanda’dakilere benziyor. Çok ilginç.
çok faydalı bir yazı olmuş, çok da zevkle okudum ❤
Teşekkürler. Linklerle çok yararlandım.