30. 04 – 01.05 2012
Chiang Mai’dan Laos sınırına ulaşım ayarlamak turistler için oldukça kolay. Etraftaki tur acentalarından ya da kendi otelinizden sizi sınıra kadar götürecek minibüsler ayarlanabiliyor. Biz kaldığımız otel vasıtasıyla kişi başı 10 Euro’ya bizi sınıra kadar götürecek klimalı bir turist minibüsü buluyoruz. Sabah saat 10’da minibüs bizi otelden alıyor, etraftaki diğer otellere de uğrayıp minübüsü turist yoldaşlarla doldurduktan sonra 6 saatlik yolculuk başlıyor. Şöförün bize bir de sürprizi var. Yol üzerinde Chiang Rai’daki muhteşem Beyaz Tapınak’ta (White Temple -Wat Rong Khun) fotoğraf molası veriyoruz. Yarım saat kadar tapınağı ziyaret edip fotoğraf çektikten sonra yola devam ediyoruz. Minübüs bizi sınıra yakın bir yerde bırakıyor. Buradan yürüyerek Laos ve Tayland arasında sınır işlevi gören Mekong Irmağı’na ulaşıyoruz. Tayland sınır ofisinde çıkışımızı yaptırıp ırmak kenarındaki hareket etmeye hazır ilk bota atlıyoruz. 5-10 dakikalık bir bot yolculuğundan sonra Laos tarafında, Huay Yai’dayız.
Merhaba Laos 🙂
Laos için vizelerimiz önceden hazırdı, bu yüzden sınırdaki vize ofisinde fazla oyalanmıyor ve bir an önce hemen o akşam hareket edecek bir Luang Prabang otobüsü aramaya başlıyoruz. Luang Prabang’a yaklaşık 16 saatlik bir yolumuz var ve bu gece hareketli bir gece otobüsüne binmek bize hem zaman kazandıracak hem de bir gecelik otel masrafından kurtulmuş olacağız. Ama bir kaç acentaya bilet sorduktan sonra öğreniyoruz ki o akşam buradan Luang Prabang’a hareket eden tek bir otobüs var ve biletler bitmiş durumda. Mecbur geceyi burada geçireceğiz artık derken, önünden geçtiğimiz son bir acentaya daha giriyoruz öylesine ve orada bize başka bir alternatif sunuyorlar. Küçük bir minivan ile bir sonraki şehire gideceğiz, o şehirden saat 21:00’da bir otobüs geçecek, o otobüsü yakalayıp binmeye çalışacağız. Şansımızı deneyelim diyerek yola çıkıyoruz ve saat 21’dan önce bahsi geçen şehirdeki otobüs durağına varıyoruz. Bu arada hava kararmış ve bir muson fırtınasının ilk belirtileri havada. Derme çatma otobüs durağında kimsecikler yok, gişeler kapalı, biletimiz yok, otobüsün gelip gelmeyeceğinden bile emin değiliz. Yarım saat kadar bekliyoruz, tam çok şiddetli bir muson fırtınası bastırmışken karanlığın içinden bir otobüs beliriyor. Sevinçle koşuyoruz otobüse ama o da ne: Otobüs hınca hınç dolu, hatta millet koltuklardan taşmış, koridorlara atılan plastik sandalyelerde ya da direk yerlerde oturuyorlar. Yağmur bardaktan boşanırcasına yağıyor, fırtına almış yürümüş, bizim bu otobüse binmemiz lazım. Bu durakta inen bir grup turist olduğunu farkediyor ve bir umutla şöföre yanaşıyoruz, bizi de bir köşeye sıkıştırabilir mi acaba diye. Önce bilet yok filan diyor şöför ama biraz bekledikten sonra normalde böyle kalabalık ve konforsuz bir otobüs için yüksek bir fiyat olan kişi başı 10 Euro’ya yakın korsan bilet parası ödeyip kendimizi otobüste buluyoruz. Ben şansıma henüz inen birinden boşalmış bir koltuğa ilişiyorum ama Til yolculuğun 6-7 saatlik bölümünü koridorda plastik bir tabure üzerinde bir sürü insanın arasına sıkışmış olarak geçiriyor. Bütün gece yağmur ve fırtına devam ediyor. Laos yolları oldukça virajlı, çoğu zaman asfalt bile yok. Sabaha kadar hoplaya zıplaya varıyoruz Luang Prabang’a. Ha bir de, sabaha kadar otobüsün radyosu açık ve radyoda Laos şarkıları çalıyor. Bu, Laos’ta bindiğimiz diğer tüm otobüslerde de böyle. Ya radyo ya da -lüks turist otobüsüyse- televizyonda mutlaka Laos şarkıları ve klipleri dönüyor. Başlarda çok hoşumuza gitse de kilometreler ve saatler boyunca başa döne döne aynı klipleri ve şarkıları izleyip dinlemekten bir süre sonra gına geldi. Bir de gece otobüslerinde sabaha dek çalan şarkılar sayesinde uykuda Lao’ca öğrenip, bir sabah uyanınca direk Lao’ca konuşmaya başlayacağız şeklinde bir teorim vardı ama gerçekleşmedi malesef.
Luang Prabang’da, bu maceralı ve uykusuz gecenin sonunda hakettik diyerek seyahatimizin en pahalı oteline, yani Cold River Guesthouse’a yerleşiyoruz. Pahalı dediğim de iki kişilik bir odanın gecelik fiyati 20 Euro. Mekong ırmağı manzaralı büyük terasına vuruluyoruz aslında bu odanın. Biraz dinlenip kendimize geldikten sonra UNESCO Dünya Mirasları listesinde yer alan Luang Prabang’i keşfe çıkıyoruz.
Laos uzun yıllar Fransız kolonisi olduktan sonra 1953’te bağımsızlığını kazanmış. Bir müddet hüküm süren monarşi sisteminden sonra komünist bir parti yönetimi ele almış. Günümüzde tek partili sosyalist bir yönetim şekli var bu ülkede.
Luang Prabang Laos’un belki de en çok turist çeken şehri. Kısa süreliğine uğrayanlarda ziyareti birazcık daha uzatma isteği doğuran, hem çok egzotik ve Asyalı ama aynı zamanda Avrupai bir şehir. Şehirde hala bol miktarda Hindiçini havası var. Eski ama son derece bakımlı Fransız villalarıyla dolu sokaklarda, palmiye ağaçlarının arasından yürürken ya da bir Fransız kafesinde kruasan eşliğinde kahvenizi içerken sanki bir köşeden Catherine Deneuve çıkıverecekmiş gibi (Tamam, tamam, 1992 yapımı Indochine filmi Laos’ta değil Vietnam’da geçiyordu. İzleyin derim bu arada). Ama sonra palmiyelerle dolu sokak etkileyici Mekong ırmağına bağlanıyor ve yanınızdan geçen tuk-tuk sürücüsü “Helooo, where you going?’ diye sesleniyor ve kendinizi tekrar Asya’da buluveriyorsunuz.
Luang Prabang’daki ilk günümüzü villalar ve palmiye ağaçları arasında dolaşarak, şehrin meşhur tapınaklarını ziyaret ederek (Wat Xieng Thong özellikle güzel), nehir kıyısındaki açık hava lokantalarında bol bol karpuzlu shake içerek geçiriyoruz. Gün batımını izlemek üzere bir tepenin üstünde kurulu Wat Tham Phu Si tapınağına çıktığımızda bizi tepede en az yüz kişilik turist grubu bekliyor. Genelde Asya’daki tüm meşhur gün doğumu- gün batımı noktalarında karşılaştığımız tipik manzara bu: ellerinde fotoğraf makinesiyle bekleşen yüzlerce turist. Biz de aralarına katılıp bir iki fotoğraf çekiyoruz ama açıkçası güneşin batışı pek de etkileyici değil bu noktada. Ama tapınağın kendisi ve şehrin tepeden kuş bakışı görüntüsü gayet hoş, ziyarete değer. Akşam yemeğimizi merkezdeki bir lokantada yedikten sonra (tabii ki geleneksel sticky rice yani yapışkan pirinç ve buharda haşlanmış sebzeler), Hmony gece pazarını dolaşıyoruz biraz. Bangkok ve Chiang Mai’dakinden daha küçük bir pazar ama fiyatlar oralardan daha ucuz.
İkinci günümüzün sabahı pahalı otelden ayrılıp hemen karşıdaki daha ucuz bir otele yerleşiyoruz: Sysmophone Otel, iki kişilik klimalı oda gecelik 10 Euro. Sonra bir motosiklet kiralayıp (günlük kira 13 Euro, Chiang Mai’ın üç katı daha pahalı!) meşhur Kuang Si şelalesine gidiyoruz. Hayatımda gördüğüm en güzel şelale ve küçük doğal havuzlarla karşılaşıyorum burada. 40 derecelik Laos sıcağında, turkuaz renkli bu gölcüklerin serin sularına dalmak anlatılamaz, yaşanır ancak. Burası milli bir park ve turistlerin yanısıra her gün bir çok lokal ziyaretçi de piknik yapıp serinlemeye geliyor buraya. Ama şaşırtıcı biçimde temiz ve bakımlı bir yer. Tüm günü yüzüp serinleyerek, şelaleler arasında gezinerek, tepeye tırmanıp orman yürüyüşü yaparak geçiriyoruz. Luang Prabang’da iseniz kesinlikle ziyaret edilmesi gereken bir yer.
Şehre dönüşte motosikleti teslim ettikten sonra Mekong kıyısındaki açık hava restoranlarından birinde ilk Asya barbeküsü (Asian Barbecue) tecrübemizi yaşıyoruz. Ortaya gelen barbekü kabının çukur kısımlarını çorba suyu ile doldurup içine önümüze pişmemiş olarak gelen sebzeleri ve noodle’lari atıyoruz. Barbekünün tepe kısmına ise yine ciğ gelen balık ve tavuklar konulup pişiriliyor. Yerel halkın da çok sevdiği bir yemek türü bu ve lokantada bizim dışımızdakiler oralı aileler hep. Barbekü eğlenceli ve lezzetli ama o sıcakta barbekü başında oturmak 1 saatten fazla yapılabilecek bir şey değil ne yazık ki. Neyse ki serinlememize yardımcı Laos biraları var, Beer Lao favorim. Yemekten sonra bir kez daha gece pazarını dolanıp hediyelik eşya alışverişimizi yapıyor ve son gecemizde biraz da gece hayatını araştırmak için meşhur sırtçantalı barı Utopia’ya gidiyoruz. Gayet rahat, hafif salaş ama güzel bir bar burası. İç avluda kalabalık turist grupları masaların etrafını çevirmişler, diğer sırtçantalılarla tanışmak için uygun bir yer anlaşılan. Ama biz daha romantik ve sakin olan dış terası tercih ediyoruz. Mekong’un hemen kıyısında biraz yüksekçe bir teras burası ve yerlere atılan minderlerin üzerine uzanıp ay ışığı ve mum ışığında Beer Lao’larınızı yudumlamak için ideal! Gecenin sonunda Laos’lu bir kaç genç ortada küçük bir break-dance şovu sergiliyorlar turistlerin alkışları arasında.
Ertesi sabah erkenden yollardayız yine. Bir sonraki durak: Parti ve tubing şehri Vang Vieng!
Silan Chiang Rai’deki beyaz tapınak muhteşem sanki gerçek değilde resim gibi
Silan Chiang Rai’deki beyaz tapınak muhteşem sanki gerçek değilde resim gibi
Cidden, benim de Guney Asya seyahatinde gordugum en guzel tapinak buydu sanirim. Henuz pek bir tarihi degeri yok ama, yapimina 1997’de baslanmis ve yeni tamamlanmis.
Şilan hanım merhaba. Yazılarınız zevkle okuyorum hatta yapacağım seyahatlerde bana adeta rehber niteliğinde oluyor. Nepal ile ilgili yazılarınızı okumuş ve bunlarda da yararlanarak Nepal’e gitmiştim. Benim de Seyahatname adında bir blogum var ve orayı da yazdım. Dilerseniz okuyabilirsiniz. http://www.tantalos45.blogspot.com . Rehberliğiniz için teşekkürler…
Bu yazınızdan da yararlanıp Ocak – Şubat 2017 de Laos ve Vietnam’a gideceğim. Özellikle bir öneriniz olursa memnun olurum. Selamlar, saygılar…
Merhaba Malik Bey,
Yazilarim böyle güzel yorumlar aliyor, ne mutlu bana 🙂 Ben de sizin blogunuzu inceleyecegim. Laos ile ilgili önerilerimi blogumda uzun uzun yazmistim, blog yazilarima ek olarak söyleyebilecegim: Kisitli vaktiniz varsa ve belirli sehirlere öncelik vermek istiyorsaniz önerilerim Luang Prabang ve Vientiane olabilir. Vietnam’a ben Türklere cikardiklari vize zorluklari yüzünden gitmemistim, su anki durum nasil bilemiyorum. Seyahatinizden yeteri süre önce Vietnam vizesi icin sartlari arastirip vakitlice basvurmakta fayda olabilir. Simdiden iyi yolculuklar dilerim, sevgiler.