Rüyalarımdaki İstanbul: Berlin

Standard

Selvi Boylum Al Yazmalım filmini izleyenler hatırlayacaktır, filmde Asya’nın hayatında iki erkek vardır: Onu aşk acısından süründüren, başkalarıyla aldatan, bir günü bir gününü tutmayan, dengesiz, arızalı ama yakışıklı, çekici, şeytan tüyü olan ilk aşkı İlyas. Daha sonra karşısına çıkan ve ona huzurlu, güvenli bir sığınak olan, dengeli, sakin Cemşit. İşte İstanbul, benim İlyas’ım, Berlin ise Cemşit.

alyazmalim

İstanbul’da hayatımın yarısı beklemekle (bitmek tükenmek bilmeyen  trafik sıkışıklıkları), diğer yarısı koşturmakla (trafikten kurtulup da nihayet varılan hedefte başlayan koşturmaca) geçerdi. İstanbul, durmayı, dinlemeyi, dinlenmeyi, sakin kalmayı bilen bir şehir değil. Zaten ben de bu delidolu, kargaşalı, hareketli telaşlarına vurgundum zamanında bu şehrin. Ta ki artık peşinden sürüklenemez derecede yorulup, nefes almaya, duraklamaya ihtiyacım olduğunu hissedene dek.

Berlin, hiç bir şey yapmadan durmasını ve bunun tadını çıkarmasını bilen bir şehir. İşsiz güçsüz ama kaygısız insanları, sanatçıları, öğrencileri telaşla koşturmak yerine, parklarda, nehir kenarlarında, sokak üstü kafelerinde oturup önlerinden geçen günü izlemeyi tercih ediyorlar sık sık. Siz de onlardan biri olabiliyorsunuz istediğinizde. Kimsenin gözüne batmıyor bu haliniz, kimse tuhaf bakmıyor size. Bir süre sonra siz de alışıyorsunuz hatta, içinizdeki o sürekli “Hadi kalk, boş oturma, daha yapılacaklar var” deyip duran ses yavaşlayıp duyulmaz oluyor. Bana meditasyon yapmayı öğretti Berlin.

Güzelliğinin ve popülerliğinin sonuna dek farkında olan ve bunun keyfini çıkaran, şımarık, cilveli, kaprisli İstanbul… Okulun en popüler çocuğu, en güzel kızı gibi seyretmekten vazgeçilemeyen ama yanına yanaşması, arkadaş olunması zor… İstanbul’da haftasonları evimden kalkıp sevdiğim bir semte kahvaltı yapmaya gitmek istemem çoğunlukla yorgunlukla ve stresle sonuçlanırdı. Hele hava da güzelse, trafiği aşıp, çoktan tıklım tıklım olmuş kahvaltı mekanında bir yer bulup da kahvaltıya oturabilmek akşamı bulurdu bazen. Büyük aşkım Taksim ve İstiklal Caddesi’ne ulaşmak için geçirdiğim zamanları toplasak herhalde ömrümün yarısına denk gelir. Çünkü evim Maltepe’de, işyerim Gebze’deydi…

En çok özlediğim...

En çok özlediğim…

Fazla güzel, fazla beğenilir olmakla başa çıkamayıp yalnızlaşan; güzelliği artık şaşırtmayacak kadar benimsendiği için, şaşırtmaya yönelik başka metodlar bulmak uğruna kendine zarar vermeye başlayan ünlü kadınlar gibi İstanbul. Güzelim sokakları, eski evleri, tarihi semtlerini birer birer yokedip, yerlerine devasa gökdelenler, canavar plazalar, çirkin alışveriş merkezleri yaratıyor. (Metaforu abarttım biraz, biliyorum, çarpık ve plansız kentleşme İstanbul’un değil bizlerin suçu maalesef)

İlk bakışta farkına varılmayan, sessiz, çekingen bir güzelliği var Berlin’in. Kendisi ile arkadaş olmak isteyenlere elini uzatıveren bir şehir. Ve tanımaya başladıkça, birlikte zaman geçirdikçe anlıyorsunuz aslında ne kadar büyüleyici bir güzelliği olduğunu. Kaprisi yok, cilvesi de yok. Bunu sıkıcı bulanlar olabilir. Ben ise bayılıyorum bu güzelliğinin farkında olmayan, alçakgönüllü, oyunsuz hallerine. Şehrin en uzak noktası ile evim arasındaki mesafe 1 saati bulmuyor bile. Trafik sıkışıklığı neydi unuttum. Metro ve trenle, bisikletle  gidip geliyorum heryere. Araba kullanmayı unuttum. Bir daha hatırlamak istemiyorum da…  Güzel havalarda kahvaltı yapmak için piknik çantamı hazırlayıp yakınlardaki parklardan birinin nehir kıyısına gidiyorum. Bir kafede brunch yapmak istediğimde de öyle saatlerce trafikte kalma, sıra bekleme derdi yok ama. Sürprizler yapmak, şaşırtmak gibi kaygıları yok Berlin’in. Herşey yerli yerinde, düzenli. Eski ve yeni bile bir araya gelince çarpıcı tezatlar oluşturmak yerine uyumla yerleşiveriyorlar alışılagelmiş şehir resminin içine. Plaza ve iş yerlerinin bulunduğu yer belli. Yeşil görmek istediğinizde nereye gideceğinizi, çirkin bina görmek istemediğinizde nereye gitmeyeceğinizi biliyorsunuz… Sıkıcı bulanlar olacaktır. Ben ise, yıllardır yaşadığı dengesiz, yarını belli olmayan, inişli çıkışlı, arızalı aşklardan yorulmuş kadınlar gibiyim yaşadığım şehirler konusunda. Önceliklerim, huzur ve güven.

Berlin

Berlin

Sevgili koşu parkım...

Sevgili koşu parkım…

İstanbul’dayken, büyük bölümü ofiste masa başında oturmakla geçen hayatımı dengelemek, bedenimi çalıştırmak için spor yapardım. Spor yapmak demek, herkesin iş çıkışı geldiği havalı ve kapalı spor salonlarından birine üye olup, havasız ve dörtduvar salonlarda koşu bandı üzerinde koşturmak, koşu bandında koştururken de bir yandan tepedeki ekrandan birşeyler izlemek demekti. Bol makyajla ve son moda spor kıyafetleri ile gelinen bu salonlarda genelde kaslar ya da sportif performanslar sergilenirdi. Spor salonları, spor yapmaktan çok sosyalleşmek için kurulmuş yerlerdi sanki.

Berlin’e geldiğimden beri spor salonları çıktı hayatımdan. Çünkü yemyeşil, koskocaman parklar var burada, her semtte, her evin yakınlarında en az bir tane… Sabahları, kilometrelerce uzayıp giden, içinden ağaçlar, çiçekler, göller, tavşanlar, sincaplar, kuşlar geçen bir parkta koşuyorum. İsimlerini, kim olduklarını bilmediğim onlarca spor arkadaşım var, her sabah benim gibi koşan ya da bisiklete binen, yürüyen, thai-chi yapan. Sessizce selam verip gülümseyerek geçiyoruz birbirimizin yanından, yetiyor bize böylesi bir sosyalleşme. Kimse kimsenin ne giydiğine, ne kadar hızlı koştuğuna ya da ne kadar esnek ve çevik olduğuna bakmıyor. Dev ekranlardaki yabancı diziler yerine, ağaçları, sincapları, kuşları seyrediyorum spor yaparken. Temiz havayı içime çekiyorum, kapalı salonların oksijeni bitmiş havası yerine.

“İstanbul’u özlemiyor musun hiç?” diye soranlara, “Hiç özlemez miyim…” diyorum. “Neden geri dönmüyorsun o zaman İstanbul’a?” diye soranlara, Selvi Boylum Al Yazmalım filmini izlemelerini söylüyorum.

İstanbul, deniz kokusuyla, boğaz manazarasıyla, İstiklal Caddesi’yle, Sultanahmet’iyle, beyefendileri ve hanımefendileriyle rüyalarımda yaşıyor. Bana evin neresi diye soranlara “rüyalarımdaki İstanbul, gerçek hayattaki Berlin” diyorum…

Sevgi neydi?

Sevgi neydi?

Şilan Küçükokur Bartel

About Şilan

Ankara doğumluyum, Berlin'de yaşıyorum, boş zamanlarımda dünyayı gezmeyi ve seyahat günlükleri tutmayı, bir de yoga yapmayı seviyorum... Facebook: http://www.facebook.com/SeyahatGunlukleri

11 responses »

  1. Cok güzel ifade etmissin, yazini bir solukta okudum Silan… Icimdeki Istanbul askini sevip ama dönmemeyi bu satirlar ve Cemsit ile Ilyas benzetmesinden baska da daha güzel hicbir sey anlatamazdi. Kalemine saglik…
    Stuttgart’in puslu havasindan sevgiler:)

    • Cok tesekkur ederim Serap’cigim, hislerimi baskalarinin da paylasiyor olmasi beni rahatlatiyor bu konuda, Istanbul’a karsi kendimi suclu hissetmemi engelliyor 🙂
      Ama İlyas’tan da vazgecemiyorum bir yandan, onumuzdeki Mart randevum var kendisiyle insallah 😉

  2. gitmek mi , kalmak mı ? zaman her insanın içine düştüğü bir durum. en güzel günlerimiz yaşamadığımız günler. en güzel şehir görmediğimiz yerler. en güzel işler yapmadığımız işler. en güzelini yaparak gitmişsiniz. Almanya çok güzel bir ülke fakat biraz kasvet yüklü birazda gri geldi. İlyas ı yakışıklı kılan biraz da Asyadaki sevgi, Bizlerdeki sevda olmasa güzelliklerde beş para etmez. içinizdeki heyacanlar eksilmesin. iyi yazmalar hoşçakalın ….. metin

    • Merhaba Metin Bey,

      Almanya’nin kasveti ve grisi hakkinda sonuna kadar katiliyorum size. Hele de simdi, karda kista, Berlin’de haftalarca gunes yuzu gormedigimiz oluyor. Belki bu yuzden de Istanbul ozlemim depresti de, kendimi avutmak icin yazdim bu yaziyi, kimbilir 🙂

      Sevgiler

  3. ne güzel bir yazı! biraz da hüzünlü geldi bana, yurtdışındaki bir şehirde yaşayan/ yaşamış olan kişi artık ister istemez yüreğinin bölündüğünü hissediyor. istanbul’a ilk geldiğimde, sıkıcı bulduğum kanada’yı ne denli özlediğim hatırlattı bana.
    bir de berlin’deki o sincaplı parklarda bir yürüyüş çekti canım. öyle güzel anlatmışsın ki…
    çok sevgiler şilan!

    • Alkim’cigim, cok tesekkur ederim. Huzun konusunda da, bolunme konusunda da haklisin. Neyse ki iki evim birbirinden cok uzak degil de, cok ozledigimde gelip hasret giderebiliyorum Istanbul’la 🙂

      O sincapli parklar mevzusunda da, dilimde soylemekten tuy bitti ama bir daha soyluyorum, gel beni ziyarete sekerim, ben seni Berlin’in tum sincaplariyla tanistiririm. Ama baharda veya yazin gelmek sart 🙂

      Sevgiler

  4. Valla Silan harika anlatmışın .Yakında bir kitabın çıkarsa şaşırmamak gerekir.Bu arada kızımda yanımda kitabını bizede gönder diyor

    • Gune cok guzel bir baslangic oldu benim icin mesajin Murat, cok mutlu oluyorum boyle yorumlar duyunca, tesekkur ederim 🙂 Soz, kitap cikinca ilk kizina imzalayip gonderecegim 🙂

      Sevgilerimle

    • Bir yandan Istanbul’dan da ayri kalamiyorum ama Gülşah, iki hafta sonra Istanbul’a biletim var ve dort gozle bekliyorum! Ne onunla ne onsuz olmuyor yani 🙂

      Sevgiler

  5. Geri bildirim: Berlin Film Festivali (BERLINALE) 1 – Niçin gitmeli? | Seyahat Günlükleri

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s