Konuk Yazar: Funda Çelikel Esser
Sevgili Seyahat Günlükleri okurları,
Uzun bir aradan sonra yine beraberiz. Hadi itiraf edin, gözünüz yollarda kaldı niye yazmıyor Umman Notları‘nın devamını diye ama mazeretim vardı, seferiydim ben! Yazı dizisinin gecikme sebebi olan geziyi de umarım zaman olur da sizlerle paylaşırım ama ondan önce kaldığımız yerden devam edelim ve rotamızı ünlü vaha Wadi Shab’a çevirelim.
Wadi Shab’a Muskat’tan araba ile yaklaşık 2 saatlik bir yolculuktan sonra ulaştık. Yol boyu sol yanımızda irili ufaklı köyler sağ yanımızda boz renkli dağlar eşlik etti bize. Arada fena manzaralar olmasa da büyük bir lojistik planlama sonucu araba yolculuğunu Elvin’in öğlen uykusu saatine getirdiğimizden durup da bir fotoğraf çekemedik, onu uyandırmayalım diye. Çocuklu gezginler ne demek istediğimi anlayacaktır 🙂
Bu arada ilk gün konuştuğumuzda, ev sahibimiz Dominika bize çok yerinde olduğunu bizzat test edip onayladığımız bir akıl vermişti, ben de sizinle unutmadan paylaşayım. Muskat yeme içme olanakları anlamında her bütçeye uyan alternatif sunarken, bu görüntü şehrin dışına çıktığınızda anında değişiyor. Hani pek çok diğer ülkede olduğu gibi, nasılsa altımızda araba var, en kötü dururuz bir benzinlikte, alırız marketinden iki sandviç gibi bir durum pek yok Umman’da. ‘Muskat dışında yanınızda kumanyanız yoksa kuvvetli ihtimal açsınız, yanınızda çocuk da var, tedarikli yola çıkın’ demişti Dominika. Biz de vardır kızcağızın bir bildiği diye ne zaman Muskat dışına çıksak meyvemizi, sandviçlerimizi evde hazırlayıp aldık yanımıza ki iyi ki öyle yapmışız. Gerçekten de bir sonraki yazımda anlatacağım Nizwa´daki istisna hariç sokak yemeği satıcısı, bakkal, market, şu bu görmedik başkent dışında.
Wadi Shab’a vardığımızı anlamamız için bayağı bir uğraşmamız gerekti zira bomboş bol şeritli bir otobandan Tiwi istikametine doğru 170 km kadar gidip bir anda otoban köprüsü altında enteresan bir park yerimsi yerde durduk, Gps’imizin buyruğu üzerine!
Sağa baktık sola baktık, ne vaha var ne de resimlerini gördüğüm buz gibi berrak doğal su havuzları! Derme çatma bir kayık önümüzde, az ötede bir umumi tuvalet ve de Elvin in ‘annee Ali Baba’nın çiftliğiiii’ diye yırtınmasına vesil 3-5 tavuk arka fonda. Bu mudur wadi budur derken uzaktan gelen teknemsi bir şey keşfettim. Aynı anda bir de turist otobüsü mekana yanaşıp yanımıza park edince, eh demek ki cidden burası aradığımız yer hadi arabadan inelim dedim.
Bizi hala neyin beklediğini pek bilmeden yanaşan teknedeki adamlara Wadi Shab’ı aradığımızı anlattım, onlar da binin tekneye dediler. Geçiş için sanırsam kişi başı 2 real gibi bir para istediler. Hatta yanımızdaki İngiliz, belli ki orada yaşıyor, ‘turist sezonu diye fiyatı abartmışsınız, sizi şikayet edeceğim, turizm bakanlığındaki bilmemkim benim dostum’ diye bayağı söylenerek bindi. Bu arada turist otobüsü dediğimden pek de klasik turiste benzemeyen bir sürü yağız delikanlı inerek arkamızdan tekne sırasına girdi!
Tekne dediysem, ahşap kalaslar birbirlerine tutturulmuş üzerine bir branda gerilmiş bir sal, lüks bir şey hayal etmeyin. Ama Elvin çok eğlendi bu 10 dakikalık “teknemsi” geçişi sırasında, bense çocuk bu heyecanla zıplarsa suya can yelekleri de yoktur bunların diye vesvese yaparaktan ona hakim olmaya çalıştım 🙂
Karşıya geçince adam ‘hadi inin’ dedi ama hala görünürde ne palmiyeler ne de soğuk su havuzları! ‘Hani ya wadi?’dedim adama, ‘ohooo wadi yürrü ilerde’ dedi gitti!
İşte orada, o an gerçekler tüm acısıyla geldi yüzüme bir tokat attı sayın okur. Sen misin, hah ne var küçük çocukla da her yere girer çıkarım, oradan oraya gezerim diye ahkam kesen, al sana. Öğlenin saat 1’inde, 30 küsür derece sıcakta, 14 kilo kadar ve 15 dakikadan fazla yürümeyi reddeden, o 15 dakikada da gidilmesi gereken istikamet hak getire kendi nereye isterse oraya doğru yürüyen bir çocukla pusetsiz başbaşa kalmıştık ve ben ne idüğü belirsiz bir mesafede olan Wadi Shab’ı görmek istiyordum. Hoş, getirmeyi düşünsek bile, yol pusetle gidilebilecek bir yol değildi. Ki kaç km yürünmesi gerektiği, yolun sonrasının nasıl olduğu konusunda da kimsenin kesin bilgisi yoktu!
Ölmek var dönmek yok, yürüyebildiğimiz yere kadar gidelim diye kendimizi sakinleştirerek, Elvin’i ise kuşlar böcekler bak ilerde soğuk sularda yüzeceksin diye motive ederek biraz yol alabildik. Gerçekten de inanılması güç bir şekilde bir anda yemyeşil palmiyeler ve muz ağaçları beliriverdi o çirkin boz dağlar toprak yollar arasında. Tabii Elvin sağolsun karınca hızı ile gidebildiğimizden bizden sonraki tekneye binmiş yağız delikanlı kafilesi bize yetişti. Baktım ki bunlar aralarında Arapça konuşuyor, tipleri de önceden de dikkatimi çektiği üzere hiç mi hiç Avrupalı turiste benzemiyor, kesin bunlar buralı diye hükmettim. Sordum bir tanesine, ‘şey pardon bu wadi daha ne kadar uzakta, yolu nasıldır?’ diye. Meğer kafile Kuveytli bir futbol takımının oyuncuları imiş, onlar da takımca kampa tatile gelmişler. Bilmem 3-5 km vardır herhalde dedi. ‘Babam ne yaptın, biz bari geri dönelim, ben 5 km bu canavarla nasıl yürüyeyim’ diye yakınınca pek yardımsever delikanlı ‘istersen ben taşırım’ der demez bizim dünden razı paşa Elvin onun omuzlarına kuruldu! Sağolsun var olsun ismini bile müteşekkirlikten sormayı unuttuğum delikanlı sayesinde bizimki tüm manzaraya tepeden hakim olmanın mutluluğu ile mest, biz ondan da daha mest yarım saat kadar yürüdük. Yavaş yavaş sağlı sollu serin su kaynakları belirmeye başladı ama asıl büyük havuzlardan ve de bir de şelaleden bahsedip duruyordu herkes.
Derken karşıdan gelen bir İngiliz çift gördüm, tamam bunlar kesin bilgi kaynağı diye düşünerek şelaleye gidip gitmediklerini, yolun nasıl olduğunu sordum. Daha bir yarım saat kadar var, sonra çok engebeli bir yerden aşağı iniyorsun, orada demezler mi! Hadi yardımsever Kuveytliyi bulduk, oraya kadar taşıttık, e bir de bunun dönüşü var, ya bunlar tüm gün orada kalmak isterlerse, mangal yakar rakı içerlerse(!), onları mı bekleyeceğiz hadi bizi geri taşı diye?!
Doluya koydum olmadı, boşa koydum durmadı, derken Elvin de suları görüp kızgın kumlardan soğuk sulara atlayacağım annieee diye tutturunca Kuveytliye binlerce teşekkür ettim, gruptan ayrılıp oradaki ufak bir havuza daldık. Elvin suda şoparırken ben manzaraya karşı sandviçimi yiyip içlendim. Annem az daha gitti ama o da sonra tek başıma dönüşü bulmaz, kaybolursam diye pes edip döndü.
Kısacası Wadi Shab’ın en can alıcı noktasını göremedik ama gördüğümüz manzaralar bile bize yetti, ki Elvin sularda oyalanıp çok eğlendi. Dönüşte teknede, biri 5 biri 3 yaşında iki çocuklu bir çiftin yolun sonuna kadar gittiğini ve o güzel soğuk su havuzunda dönüşümlü yüzdüklerini duyunca epey hayıflansam da iş işten geçmişti. Bir dahaki sefere diyor, sizi vahanın bazı fotolarıyla başbaşa bırakıyorum.
Bu arada yine Dominika’nın tavsiye ettiği yolumuz üzerinde olan Sink Hole‘u da Elvin’le gitmenin bir anlamı olmaz diye eledik, zira kendisi içine yine buz gibi berrak sular birikmiş birkac yüz doğal (ve kaygan 🙂 ) basamaktan inilerek ulaşılan bir doğal obrukmuş. Eger siz gider de yüzerseniz orada lütfen benim için de tadını çıkartın!
Bu sebeplerden dolayı gezimiz beklediğimizden erken bitince, hadi bari tekrar Matrah’a uğrayalım da dün vakitsizlikten göremediğimiz Sultan Quaboos’un Al Aalm Sarayı’nı görelim dedik.
Saray 16. yüzyılda Portekizliler tarafından inşa edilmiş muazzam iki eski kalenin orta yerine konuşlanmış, Quaboos’un artık aşina olduğumuz rafine ama gayet oriyentalist mimari zevkini yansıtan bir binadan ve de muhteşem bir bahçeden oluşuyor. Çok güzel deniz manzarası da varmış sultanın yalancısıyız 🙂 İçi ziyaret edilemese de muazzam lüks olduğu söyleniyor. Bahçesini görmek özellikle de güneş batarken çok keyifli. İki saattir arabada oturmaktan imanı gevremiş Elvin trafiğe kapalı mermer yollarda koşup oynayıp deşarj olurken ben de bolca fotoğraf çekebildim, mutluyum gururluyum 🙂 Saray’ın yanında bir de hoş bir camii var, tam akşam namazı saati olduğundan içini ziyaret edemedik maalesef.
Kendimle randevu: Muscat Opera House’da bir gece
Sarayda güneşi batırıp apar topar eve döndük. Ben acele bir duş alıp valizimde itina ile getirdiğim şık şıkırdım elbisemi ve topuklu ayakkabılarımı geçirdim, biraz makyaj bile yaptım! Neden mi? Bu akşam kendimle randevum var, Ortadoğu ve Balkanlar’ın en yeni opera binasında Melody Gardot dinleyip sonra da kendimle başbaşa romantik bir yemek yiyeceğiz 🙂
Şaka bir yana taa Brüksellerden Muskat’a kokteyl elbisesi ve topuklu ayakkabı getirmemin sebebi, daha önce orada operaya gitmiş arkadaşımın kıyafet konusunda çok titiz olduklarını, öyle şortlu sandallı kotlu paspalları biletli olsalar da almadıklarını söylemesi idi. Bileti internetten alırken de internet operatörünün sorduğu soru üzerine Muscat Opera House’un kılık kıyafet kurallarına uyum sağlamayı kabul etmiştim ama yoğunluktan bu kuralların tam da ne olduğuna bakmamış, şık olmak olsa gerek diye yorumlamıştım.
Geç de kaldığımdan panik halinde arabayı park ettim, kırmızı halının üstünden bir prenses edası ile Opera House’a daldım. Bu arada ahşap ve beyaz mermerin müthiş ahengini yansıtan binanın gece ışıklandırılmış görüntüsü görmeye değer, operaya gitmeyecekseniz bile. Prenses ben, ay insanlar da cidden ne şıkmış diye ağzımı ayırmış bakına bakına içeri girmeye çalışırken bir görevli ‘pardon bağyan, eteğiniz çok kısa, giremezsiniz içeri’ demez mi!!!
İşte üşengeçliğin tembelliğin bedeli. Meğer kıyafet tüzüğü deyip durdukları şey bir tek abiye, şık olmak değil aynı zamanda diz altı giymekmiş! Ay yapmayın etmeyin, taa uzak yollardan geldim, çocuğumu anamla bıraktım, bu gece benim gecem diye adama duygu sömürüsü yapmaya hazırlanırken, benden atak çıkıp ‘ama çabuk, daha 10 dakikanız var, gidin lobide cübbe versinler size bir tane, kimliğiniz karşılığı’ dedi.
Iyk o pis çirkin cübbeyi giyeceğim çaresizlikten derken lobide bir başka görevli gayet hijyenik ve ipekimsi bir kumaştan yapılmış çok hoş bir cübbe verdi. Elbiseme de uydu hani 😀
Sonunda içerideydim ve daha önceki yazımda bahsettiğim gibi yine burada da expat turist Ummanlı ahenk içinde bir kalabalık gördüm. Tesettürlü bayanlar öyle bir şıktı ki dudağım uçukladı, madem kapanacaksın böyle kapan kardeşim! Neyse.
Muscat Opera House’un içi gerçekten de insanı bir 1001 gece masalında hissettiriyor. Yine o rafine ama doğulu mimari tarz beni büyüledi. Quaboos’un sanat aşkını, küçücük ülkeye 1000 küsür kişilik opera binası yapmasını (düşününki Umman’dan daha bile zengin Körfez ülkelerinde başka opera binası yok, Ortadoğu’da Kahire ve Lübnan hariç hiçbir ülkede yok ve 15 milyonluk İstanbul’da bu boyutta bir opera binası yok!), insanların da güzel güzel gelmelerini takdir ettim.
Konser de gayet başarılı idi, zaten akustik tekniği çok gelişmişmiş binanın. Yalan yok, Melody’yi daha önce pek dinlememiştim ve sahne performansı konusunda hiçbir fikrim yoktu. Sadece Opera House’da konser veriyor diye gitmiştim, binayı kullanımda görmek için ama artık kendisinin de bir fanı oldum! Bu arada ilgilenen için, bilete 100 euroya yakın para verdim ama yerim ilk balkonda çok iyiydi. Sanırsam 25 eurodan başlıyordu en ucuz biletler. Bütçenizin elverdiği herhangi bir kategoriden bilet alıp Muskat’ın Operası’nda bir performans izlemenizi şiddetle öneririm, eğer orada olduğunuz tarihlerde bir gösteri denk gelirse.
İlginç olan konserin erken başlayıp (7 buçukta) hiç ara vermeden bitmesiydi. Eh saat 9 gibi dışardaydık. Bari biraz dolaşayım operanın çevresinde dedim çünkü bina aslında büyük bir kompleks ve galerilerinde bir şık hediyelik eşya mağazası, bir kocaman AVM, bayağı da restoran var. Restoranları görünce acıktığımı fark ettim ve bir tanesine daldım, dalmamla geri mi kaçsam burası beni aşar diye düşünmem bir oldu cünkü gayet otantik ama lüks göründü her şey gözüme. İş işten geçmişti, bana 32 dişiyle gülümseyip rezervasyonum kimin üzerine diye soran kıza ‘şey rezervasyonum da yok tek başımayım’ dedim, sonra kendi kendime ‘sen bu geceyi, bu yemeği hak ettin, ne gitmesi atla deve değil ya keyfine bak’ dedim! Kızcağız şefine danışmaya gitti bana masa verip veremeyeceğine dair, halbuki pek çok masa boştu, sanırsam karizmayı çizdirmemek için rezervasyonsuz kimseyi kabul etmiyorlar ama tek bir bayan görünce yumuşadılar.
Al Angham Restoran geleneksel Umman mutfağını şık bir şekilde sunan gayet gusto bir mekan. Alkol Umman’daki pek çok restoranda olduğu gibi burada da yok ama billur kadehlerde sunulan birbirinden güzel taze meyve suları ortamı kurtarıyor. Ben nar suyu içtim, kırmızı şarabı aratmadı o ortamda! Ayrıca gül suyu ve safranlı pilav, deve sütünden dondurma gibi Umman’ın unutulmaya yüz tutmuş geleneksel lezzetlerini canlı tutmaya çalışan bir yer. Servis muhteşem, resmen sultan gibi hissettiriyorlar. Fiyatlar yüksek ama eğer kutlanacak bir şeyiniz varsa ya da benim gibi bir gecelik kendimi şımartayım derseniz kesinlikle tavsiye ediyorum bu Opera House’daki konser üzerine Al Angham yemeği programını.
Pazar kahvaltısı out Cuma brunch in
İyi güzel diyorsun da bu bizi aşar derseniz, kelepir versiyonunu istiyorsanız bu programın, onu da ertesi gün denedik. Opera House gündüz 8 buçuk ile 10 buçuk arası ziyaret edilebiliyor, rehber eşliğinde gezebiliyorsunuz ve ücretsiz. Ben felekten gece çalarken çocuk bakıcılığına zorunlu soyunmuş annem de bu güzel binayı görsün istediğimden ertesi gün de kahvaltı bile etmeden sabah yola koyulup üçümüz geldik.
Annem operayı gezdi, biz Elvin’le dışarı avlusunda top koşturduk 🙂
Ardından yine aynı kompleksteki AVM’ye gittik ve Cuma sebebi ile tüm dükkanların kapalı olduğu, haliyle huzur dolu olan AVM’de (AVMleri sevmem hatta nefret ediyor bile olabilirim, birkaç istisna hariç, onları da bir başka yazıda anlatırım artık) More Cafe’de güzel bir brunch yaptık. Malum Arapların haftasonu Cuma, o zaman ne diyoruz: Pazar kahvaltısı out, Cuma brunch in! Tabii brunch kültürü ve menüsü Amerika’dan ithal, o açıdan çok otantik değildi ama Cuma brunch’ı turistlerden çok orada yaşayan expatların aktivitesi olduğundan, ortama karışmak hoşumuza gitti. Dikkatimi çeken expat ailelerin ortalamada 3 çocuk sahibi olmaları idi; günümüz dünya insanı kategorisinin geleneksel sorunu: eşlerden biri Allah’ın unuttuğu yerde güzel bir iş fırsatı yakalıyor, diğeri işi gücü bırakıp onu takip ediyor, eh ne yapsın orada ekmek elden su gölden, bakıcı ucuz ve bol ürüyor da ürüyor! Herneyse More Cafe’nin ortamı, servisi, pofuduk Amerikan tipi böğürtlenli krepleri çok hoşumuza gitti ve kişi başı 10-15 euro gibi bir hesap verdik bir ton yiyip içmeye, çocuk için de bir sürü atraksiyonları var. Güzel bir opera binası turu üzerine Cuma brunchı olmasa da bir çay kahve ya da öğlen yemeğine önerilir.
Bir sonraki bölümde bizce Umman’ın en güzeli Nizwa geliyor, bizi izlemeye devam edin!
Funda Çelikel Esser
Twitter: @fundaesser
Geri bildirim: Umman Notları 5: Umman’ın en güzeli Niswa ve Sahilde Son Nargile | Seyahat Günlükleri